Nisa-3:"Korkuyorsanız cariyelerle yetinin!  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kuran meali okurken Nisa suresi 3. ayet dikkatimi çekti. Ayetin meali çok net olmamakla birlikte 4'e kadar eş alabilmeyi ama adaletsizlik etmekten dolayı korkuluyorsa bir eş veya bir cariye ile idare etmeyi nasihat ediyordu. Ayetin tam olarak net olmamasından dolayı farklı meallere de baktım. Ve anladım ki bu ayetin ne demek istediğini kimse tam olarak anlamış değil. Örneğin Muhammed Esed'in mealinde:

Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan [diğer] kadınlardan biri ile evlenin –[hatta] ikisi, üçü veya dördü [ile]; ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman [sadece] bir tane ile– yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.

Burada meşru şekle sahip olduklarınızdan denilerek cariyeler kastedilmiştir. Ve eğer tek eşle yaşacaksanız ya hür bir kadınla evlenin ya da sahip olunan cariyelerle nikah kıyın denilmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır'ın mealine baktığımıza ise farklı bi durum görüyoruz:


Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle (sahip olduğunuz câriye ile) yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir.

Bu mealde ise korku durumunda hür biriyle evlenin yada cariye ile idare edin diyor. İlk mealden farklı olan cariyelerle evlilik kastedilmemiştir. Ayrıca ilk mealdeki "sahip olduklarınız ile" ifadesi yerine "sahip olunan cariye ile" ifadesine indirgenerek sayıda kısıtlamaya gidilmiştir. Diyanetin mealinde ise yine farklı bir anlam çıkarılabilir:

Eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdir de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helal olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

Bu mealde cariyelerle evlilik kasdedilmemiş ve sayı sınırı koyulmamıştır.

Bu üç farklı meali kıyasladığımda aklımı karıştıran sorular şunlar:

-Eğer ben müslümansam (tabi aynı zamanda erkek olma şartı da var) ve çok fazla eş almaktan korkuyorsam hür bir kadın almak yerine cariyelerle birlikte bir hayat yaşamak istiyorsam ne yapacağım? Sadece bir cariye ile mi birlikte olacağım, yoksa cariye sayısı sınırsız mı olacak? Cariye ile evlenecek miyim, yoksa cariyelerle yarı gayrı meşru bir hayat mı yaşayacağım(!)?

Etyen Mahçupyan:Ezan  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Eskiden radyolarda çok sık duyduğumuz anonslardan biri de ‘kan aranmaktadır’ diye başlar ve genellikle bir süre sonra da yüreğimizi rahatlatan ‘aranan kan bulunmuştur’ müjdesini duyardık. Özveriye alışmış bir toplum olarak aranan kanları sağlamakta pek sorun yaşamazdık sanırım. Ancak iş tasavvur ve algılama alanına girildiğinde toplumun kadim niteliklerine pek de güvenmemek gerek, çünkü bu epeyce hızlı değişen bir toplum. Örneğin dinin ve dindarlığın anlamı son yıllarda radikal bir biçimde dönüşmüş durumda. Türkiye’nin Müslümanları kendilerini dindar olarak görmeye devam etmelerine karşın, dindarlıktan ne anladıkları konusunda epeyce şaşırtıcı adımlar atmaktalar. Alttan gelen, kendiliğinden bir sekülerleşme açılımı içinde, dindarlığın da bireyselleştiğini ve ataerkil kalıpları zorladığını görüyoruz. Muhafazakâr kesimdeki kadın hareketi bu nedenle Türkiye’deki belki de en radikal dönüşümlerden birinin simgeliyor ve başörtüsü –dindarlığı taşımanın yanında- özgürlükçü bir itirazı da ifade ediyor.



Son dönemde yapılan birçok sosyolojik çalışma Türkiye’de dinî bir düzen kurma peşindeki şeriat yanlılarının yüzde üç civarında olduğunu göstermekte. Ne var ki bunlar da laik kesimin hayal ettiği kadar keskin çıkmıyor... Çünkü bu insanların hemen hepsi kendi kabuklarına çekilerek cemaatsel bir düzen içinde yaşamayı, dışarıdan müdahaleyi asgariye indirmek uğruna olabildiğince dışa açılmamayı tercih etmekteler. Dinin tebliği büyük kitlelere ulaşmayı değil, yavaş ama emin adımlarla genişleyen bir cemaat yapısını hedeflemekte. Doğal olarak söz konusu cemaatleşmenin getirdiği bir tahakküm düzeni, iç ilişkilerde geçerli bir siyasi nüfuz ve rant var... Ama ne denli zorlasanız da buradan ülke için tehlike arz eden bir şeriatçı dinamik üretemezsiniz. Çünkü bu ‘şeriatçılık’ kamusal alanı genişleten değil, daraltarak derinleştiren cinsten. Buradan ‘garip’ bir sofuluğu gündelik hayata sokan tarikatlar çıkabilir, ama siyaset çıkmaz. Kamusal alana hitap eden her siyasallaşma söz konusu tarikat yapısını hızla tuz buz edecektir... Ve bunun da nedeni laik kesimin ‘bilinçli’ duruşu değil, bizzat Müslüman kesimin heterojen yapısı olacaktır...



Kısacası Türkiye’de ne geçmişte ne de bugün siyasi bir şeriat talebinin olmamasının nedeni, muhafazakâr kesimin değişime açık olması ve dönemin dindarlık anlayışıyla tatmin olmayarak onu günün zihniyetine uygun olarak dünyevileştirmesidir. Batı dünyası Anadolu’daki bu ‘inanç rahatlığını’ anlamakta zorlanır... Nitekim ABD Dışişleri’nin yıllık ‘Uluslararası Dinî Özgürlükler’ raporunda devletin başörtüsü yasağı kınanırken, ‘devlet İslami aşırılıkların karşısında durmaya devam ediyor’ denilmekte imiş...



Acaba bu İslami aşırılıklar neler? Toplumsal kökleri nerede? Eğer Ramazan ayında çevreye baskı kuran insanlar veya içki satmayan esnaf kastediliyorsa, bunun yerel iktidar ilişkileri açısından işlevsel bir tepki olduğu ve muhtemelen dindarların çoğu tarafından da onaylanmadığını göz önünde tutmakta yarar var. Öte yandan ‘şeriat tehlikesinin’ daha keskin ve sert örneklere muhtaç olduğu da açık. Sözünü ettiğim rapor “ordu, yargı, bürokrasi ve diğer laik grupların, İslami köktendincilik olarak tanımladıkları durumu... ‘seküler devlete’ karşı bir tehdit olarak algıladığını” da belirtmiş. Dolayısıyla Müslümanların laik sistemi çökertecek birtakım eylem girişimleri olmalı...



Ancak sorun şu ki Türkiye’nin Müslümanları devletin istediği gibi davranmıyor... Devletin istediğinden daha sekülerler... Yeterince şeriatçı değiller... Bu nedenle de devlet ‘laik düzen’ adına süregiden bürokratik imtiyaz ve askerî vesayet sisteminin devamı için aktif olmak zorunda kalıyor. Radyolara ‘şeriat aranıyor’ ilanı verecek değil haliyle... Aranan şeriatı kendisi üretiyor. 28 Şubat’ta yapılan buydu. Terörün 12 Eylül darbesi ile aniden yok olması gibi, şeriatçılar da 28 Şubat sonrasında aniden yok olmuştu. Biz o Aczimendileri bir daha görmedik. Sonrasında ise şeriat gösterilerini düzenleyenin bizzat ‘devlet’ olduğu ortaya çıktı. Aynı olayın Ergenekon çerçevesi içinde de denenmeye çalışıldığını ise şimdi öğreniyoruz. Adı dinî olan, ama ‘özünde’ devletçi ve ırkçı birtakım örgütlerin ‘İslamiliğinin’ bahane edilerek şeriat tehlikesi üretmek istendiğini anlıyoruz.



Bu ülkede demokrasi ve laikliğin önündeki tehlike muhafazakârlardan değil, onları yeterince şeriatçı bulmayan laikçi hegemonyadan kaynaklanıyor. Vesayet arzusu o denli derin ki, gerektiğinde darbe yapmaktan, insan öldürmekten çekinmeyen bu kadroların aradıkları şeriatı da kolayca bulmalarına şaşırmıyoruz. Ama ‘eğitimli’ laik kesimin bir bölümünün bu kaba aldatmacaya inanmaya böylesine teşne olmasına ne diyeceğiz? Bilinçli aptallık dışında...



kaynak:http://taraf.com.tr/yazar.asp?id=9

Cemil Meriç'in Meal Endişesi  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Cemil Meriç dendiğinde eminimki ülkemizde hazırola geçecek bir çok kişi vardır. Nasıl geçilmesin ki. Bahsi geçen şahsın düşünce dünyası çok geniştir. İslami kesim içinse ayrı bir önem taşımaktadır. Geçenlerde Cemil Meriç’in 1965’den 1969’a kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrencileri ile yaptığı derslerle, 1974 sonrası verdiği bazı konferansların notlarından oluşan “Sosyoloji Notları ve Konferanslar”(1) adlı kitabı okurken Cemil Meriç’in Kuran’ın türkçeleştirilmesi ile ilgili yaptığı yorum ilgimi çekti.

Olduğu gibi aktarıyorum.

“Kuran, Tevrat gibi müstehçen değildir fakat dehşetle karşılanabilecek olan ayetler vardır. Bu itibarla din bahsinde titiz olanlar, kutsal kitabın çırılçıplak tercümesini istemezler. .... Kaç zeka onları tanıdıktan sonar kutsiyetini Kabul edebilir. .... Gerçekten müslümanlığın devam etmesini isteyenler için Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesi tehlikelidir ama ister istemez edilecektir. “(2)

Cemil Meriç’in Kuran’ın türkçeleştirmesi konusundaki endişesini anlamak mümkündür. Kuranın tarihsel oluşu, oluştuğu zamana ve mekana hitap etmesi nedeniyle onun bugünün insanları tarafından doğrudan okunması tehlike arzetmektedir.





(1)Cemil Meriç, İletişim Yayınları

(2)Kitabın 79. ve 80. sayfaları

2 eli, 2 ayağı olmayan hırsız!  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Hırsızlık tarihin en eski mesleklerinden biridir. İnsanlar ihtiyaçlarını farklı yöntemlerle birlikte çalıp çırparak, yağmalayarakta giderebilmektedirler. Mesela Türklerin Çinlilere karşı yaptıkları yağmalamalar, en bilinen hırsızlık örneğidir. Tabi Türklerin o zaman Çinlilere karşı yaptığı temelinde çalma olan bu aktivite toplu şekilde gerçekleştiriliyordu ve gayette meşru görülüyordu. Çünkü herkesin yaptığı bir şey yanlış, ayıp olamazdı.

Hırsızlığın bir de bireysel olarak yapılanı var. Bahsedeceğim hadiste bireysel çalışan bir hırsız kardeşimiz hakkında. Cabir aktarıyor:

"Resulullah (sav)'a bir hırsız getirilmişti. "Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam sadece çaldı" denildi. Bunun üzerine "Öyleyse (elini) kesin!" dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi. Yine: "Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam hırsızlık yaptı" dendi. Bunun üzerine "Öyleyse kesin!" dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü sefer getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber: "Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam hırsızlık yaptı" denildi. Bunun üzerine: "(Sol elini) kesin!" diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler. "Öldürün onu!" buyurdu. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam hırsızlık yaptı" dediler. Bunun üzerine "(Sağ ayağını da) kesin!" diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getiririldi. Hz. Peygamber (sav): "Öldürün onu" diye emretti. Hz. Cabir (ra) der ki: "Adamı götürüp öldürdük. Sonra sürüyerek götürüp bir kuyuya attık. Üzerini de taşla doldurduk." "(1)

Garip olan nokta, 2 eli 2 ayağı kesilmiş hırsız nasıl hırsızlık yapmayı başarmış. Birde niye hep peygamber önce "öldürün" diyor, anlayıp dinlemeden.


(1)Kaynak:kütübi sitte/Hadis No : 1619/ Ebu Davud, Hudud 20, (4410); Nesai, Sarik 15, (890,91)

Ali'nin mantıklı recm uygulaması  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam'da recm cezasının uygulanması konusunda Hz.Ali çok güzel bir yöntem bulmuş. Yöntem, mantıksal açıdan sorunlu olsada, Ali olayı en mantıklı şekilde gerçekleştirecek yöntemi bulmuştur. Şa'bi aktarıyor:

"Hz. Ali (ra), kadını recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resulullah (sav)'ın sünneti ile de recm tatbik ettim." "(1)

Olayın mantıksızlığı aynı suça kuran'da farklı, peygamberin sözlerinde farklı cezaların öngörülmesidir. Ali ise en mantıklısını yapıyor kendince önce bi güzel dövüyor, sonrada öldürüyor.


(1)Kaynak: Buhari, Hudud 21

İslam'dan dönenlere müjde!  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Süleymaniye Vakfı'nın internet sitesinde bir yazı varki dinde reform niteliğinde. 4 mezhep tarafından kabul edilen dinden dönenin kellesinin vurulması hadisesi bu vakfın iddiasına göre geçersizmiş. Demekki sünnilikte toz kondurulamayan 4 mezhebin alimlerinin hepsi hata yapmış. Bu nasıl bir hataysa, hatanın sonucunda insanlar öldürülmüş. Neyseki müslümanların imdadına süleymaniye vakfı yetişmişte dinden dönenleri böylesine yanlış bir uygulamadan kurtarmış.

Bana göre süleymaniye vakfının yaptığı bu şey dini kendi mantığına oturtma girişimidir. Çünkü mantığa uymayan uygulamalar dinden ancak çıkarılırsa insanlar o dine inanmaya devam eder.

Siteden kopyalayıp yapıştırıyorum:

Dinimize göre, dinden dönenler yani mürted olanlar öldürülmeli midir?


Mezhepler, dinden dönen, Peygambere söven veya hakaret eden kişilerin öldürülmesi konusunda ittifak etmişlerdir[1]. Dinden dönüp kâfir olanlarla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:

“Ey imân edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine bir toplum getirir; o onları sever, onlar da onu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı sert olurlar. Allah yolunda savaşa atılır, kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın vergisidir, onu dileyene verir. Allah’ın imkanları geniştir, her şeyi bilir..” (Mâide 5/54)

Mukatil b. Süleyman’ın (öl. 150/767) bildirdiğine göre 12 kişi Müslüman iken kâfir olmuşlar, düşünceli bir şekilde Medine’den çıkmış, Mekke yolunu tutmuşlar ve Mekke kâfirlerine karışmışlardı. Sonra içlerinden Haris b. Süveyd pişman olup geri döndü ve kardeşi Cülâs’a haber gönderdi: “Ben tevbe ederek geri döndüm, Peygamberden öğren bakalım, tevbeye hakkım var mı, yoksa Şam’a gideyim, dedi. Cülâs durumu Peygamberimize bildirdi ama cevap alamadı. Sonra şu ayetler indi[2]:

“İnandıktan sonra kâfir olan bir toplumu, Allah hiç yola getirir mi? Üstelik onlar o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuşlar ve kendilerine açık belgeler de gelmiştir. Allah zalimler topluluğunu yola getirmez.

Onlar var ya, onların cezası; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir.

Sürekli o lanet içinde kalırlar. Sıkıntıları hafifletilmez; onlara göz de açtırılmaz.

Olup bitenden sonra tevbe edip durumunu düzeltmiş olanlar başka. Çünkü Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.” (Al-i İmran 3/86-89)

Demek ki, dinden dönüp kâfir olanın cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Tevbe eden olursa lanetten kurtulur. Hüküm bu olduğu halde mezheplerin, dinden döneni öldürme konusunda ittifak etmeleri şaşırtıcıdır. Hanefilerin bu konuda dayandıkları âyet şudur:

“Çöl araplarından geride bırakılanlara de ki: “Siz çok güçlü bir topluma karşı çağrılacak, onlarla savaşacaksınız veya teslim olacaklardır. Eğer emre boyun eğerseniz Allah size güzel bir karşılık verir. Bundan önce yüz çevirdiğiniz gibi yine yüz çevirirseniz sizi acıklı bir azaba uğratacaktır.” (Fetih 48/16)

Bu ayetin “onlarla savaşacaksınız veya teslim olacaklardır.” bölümünü, dinden dönenin öldürülmesinin delili sayılmıştır[3]. Bu ayetten böyle bir hüküm çıkarmak imkânsızdır.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Vehb’ez-Zuhaylî, el-Fıkh’ul-islâmî ve edilletuh, 3. bas. Dımaşk 1409/1989, c. VI, s. 184, hadd’ur-riddeh.

[2] Tefsîru Mukatil b. Süleyman, Tahkik: Ahmed Ferîd, Beyrut 1424/2002, c. 1, s. 180-181.

http://www.suleymaniyevakfi.org/modules/fetvalar/index.php?cat_id=50#338
[3] el-Kâsânî, el-Bedâiu’s-sanâi’, c. VII, s. 111.

Peygamberin Ölüm Fermanı  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Peygamberin adaleti konusunda din alimleri tarafından aktarılanların hep tek taraflı olduğunu düşünüyorum. Var olan milyonlarca hadisten, hep kendi mantıklarına, adalet anlayışlarına uygun olanlar seçilir ve insanlara anlatılır. Burada aktaracağım hadis hiçbir islam alimi tarafından aktarıldığını işitmedim. Hadis, peygamberin cariyesine temas ettiği söylenen bir adam hakkında. Enes aktarıyor:

"Bir adam, Resulullah (sav)'ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Resulullah (sav), Hz. Ali (ra)'ye : "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. "Çık dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş) ve tenasül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber (sav)'e haber verdi. Resulullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti."(1)

Peygamber, cariyesine taciz edildiği söylenen adama karşı öfkeyle hareket etmiş anlaşılan. Kolay değil çünkü cariyeye taciz edildiği söyleniyor. Normal bir insanın düşüceği hataya peygamber nasıl düşer garip doğrusu. Ortada delil yokken nasılda Ali'ye "git öldür!" diye emir verir. Zavallı adamın neyseki cinsel organı zaten kesikmiş. Yoksa emiri büyük yerden almış Ali'nin kılıcından kurtulması pek olası görünmüyor.

Kaynak(1):kütübi sitte/Hadis No : 1590/ Müslim, Tevbe 59, (2771)

Kabil'in Dramı  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İlk insan ve ilk peygamberimiz olan Hz. Adem'in oğlu Kabil, ilk kanı akıtmıştı. Öldürmüştü kardeşini hiç acımadan. Sonra pişman olmuştu ama nafile. Kabil'in durumu hakkında bakın Muhammed peygamber ne demiş:

"Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki katilin günahından bir misli Hz. Adem'in ilk oğluna (Kabil'e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır."

Kabil'in durumu hakikaten çok zor. Adamcağız her katilin günahı kadar günah alıyormuş. Çünkü ilk kanı o akıtmış. Bugünün dünyasında hukuken böyle bir şeyin olduğunu düşünsenize.

Bir adam cinayet işliyor. Sonra hapse giriyor, cezasını görüp çıkıyor. Kimseyi de adam öldürmeye teşvik etmiyor. Sonra yaşı belkide 25-30'a gelmiş yetişkin çocuklarından biri de katil oluyor adamın. Ve sonra çocukla birlikte daha önce hapse girmiş olan adamda hapse atılıyor. Çocuğun suçu katil olmak, babanın suçu ilk cinayet işleyen kişi olmak.

Bana göre bu durum o zamanki toplumun hukuk anlayışının gelişmemesisinden kaynaklanıyor. Peygamber muhtemelen böyle bir şeyin çok adil olduğunu düşünüyordur.


Kaynak:kütübi sitte/ hadis no:4914 / Buhari, Diyat 2, Enbiya 1, İ'tisam 15; Müslim, Kasame 27, (1677); Tirmizi, İlm 14, (2675); Nesai, Ta

Gazali:"Kadın sünneti, sünnettir."  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kadın sünneti, kadınların cinselliğini ve cinsel duygularını ortadan kaldıran ölümlerle bile sonuçlabilen akıl mantık dışı bu uygulamadır. Bu uygulama erkeklerin sünnetinden farklıdır. Erkek sünneti cinsel organa çok büyük bir zarar vermezken, kadın sünneti kalıcı tahribata neden olmaktadır.

Bilindiği üzere kadın sünneti bizim ülkemizde pek görülmemiş bir durumdur. Fakat Afrika civarında kadın sünneti bir islam öğretisi olarak uygulanmaktadır. Olayın vahşetine rağmen, o bölgelerdeki insanlar, kadın sünnetini inanç ekseninde yaptıkları için olayın tehlikesi pekte umursamamaktadırlar. Nedense bugunkü islam alimlerimiz bu konuya yeterli bir açıklama getirmiş değiller(varsada ben bilmiyorum). Söylenen tek şey kadın sünnetinin hurafe olduğu, dine sonradan sokulduğudur.

Kadın sünneti konusunda hadis bulunmaktadır. Peygamber Muhammed çok açık bir şekilde kadınların sünnet olmasını nasihatlemektedir. Fakat hadisin sahih hadis olarak görülmemesi, akıl-mantığada uymamasıyla birleşerek hiç öyle bir hadis yokmuş gibi davranılmasına yok açmaktadır.

Kadın sünneti konusunda sadece sahih olmayan bir hadis olduğunu zanneden ben, Gazali'nin Kimyayı Saadet adlı o büyük başyapıtında da aynı şeyi görünce böyle bir şeyin dinde olduğuna dahada ikna oldum. Çünkü Gazali islam için çok önemli bir dönüm noktası olduğu söylenen, ele avuca sığdırılamayan bir islam alimidir. Şöyle diyordu Gazali:"Sünnet, kadına da erkeğe de sünnettir."

Artık yorum sizin. Böyle çağ dışı bir uygulamanın dinde yeri var mıdır yokmudur. Siz karar verin.

Mutezile hakikat mı, sapkınlık mı?  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam diğer dinlerde olduğu gibi kendi içinde farklı mezhepler, farklı öğretiler içermektedir. Bu farklı görüşlerin ortaya çıkması İslam'ın da bir kültür olmasından kaynaklanmaktadır. Dünya'ya baktığınızda insanların hep birbirilerinden farklılaştığını görebiliriz. Bu farklıaşmanın sonucunda nasıl ki farklı diller, farklı toplumsal değerler oluşuyorsa farklı dinlerde oluşmaktadır. Ve yine dinlerde insanların o hep yaptıkları farklılaşmaya uygun olarak kendi içinde bile farklı görüşler ortaya çıkarmaktadır.

Hanefi, Şafi, Hanbeli ve Maliki mezhebi sünniliğin alt kollarıdır. Bu mezheplerin ortak görüşü bu mezheplerin dışındaki farklı islam öğretilerinin sapkın olarak nitelendirilmesidir. Mesela, sünniliğe göre bir Alevi veya Şii, eğer kendini bu dört mezhepten birine bağlı hissetmiyorsa kafir oluyor.

İlginç olan durum neden sünniliğin bu kadar sert bir tutum içinde olduğudur. Bu konu ile ilgili Abbasilere bir göz attığınızda bunun cevabını anlayabilirsiniz. Abbasilerde Halife El Memun döneminde mutezile devletin resmi öğretisi haline gelmiştir. Mutezile mezhebi, sünni mezhepler içinde sayılmayan, aklın önemini vurgulayan bir mezheptir. O dönemde Abbasiler mutezile öğretisi dışındaki diğer öğretilere inananlara zulüm uygulamıştır. Bunların arasında sünniliğe inananlarda vardır. Daha sonra ki dönemlerde ise, isyan çıkmış ve sünnilik devletin resmi mezhebi olarak kabul edilmiştir.

Olayı bu açıdan düşündüğünüzde sünniliğin egemen mezhep olmayı isyanla elde ettiği anlaşılmaktadır. Belli bir baskıyı gördükten sonra isyan edip başat dini öğreti olmayı başaran sünniliğin, dört mezhep(hanefi, şafi, hanbeli, maliki) dışındaki mezheplerin sapkın olduğunu söylemesinin ardında sanki siyasi ve duygusal ezilmişliğin oluşturduğu nedenler vardır.

İnsan düşünmeden edemiyor. Eğer Abbasi devleti isyanları bastırsaydı ve mutezile mezhebi sünnilik karşısında üstünlüğü devam ettirseydi, bugünün müslümanları sapkın mezhep dedikleri mutezile mezhebine mi inanacaktı yoksa çok bilinçli bir şekilde mutezilenin hak bir mezhep olmadığını mı söyleyeceklerdi?

Ezra ve Yahudiler  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kuranda adı geçen ve peygamberliği belirsiz olan Üzeyir konusunda tevbe suresi 30. ayet akıllarda soru işareti bırakıyor: "Yahudiler, "Üzeyr Allah’ın oğludur" dediler. Hırıstiyanlar ise, "İsa Mesih Allah’ın oğludur" dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkar etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!"

Kurandaki iddiaya göre yahudiler Üzeyir'e Allah'ın oğlu demişler ve hakkı inkar edip kafir olmuşlar. Çelişkinin nedeni yahudilerde Üzeyir'in bir peygamber olduğu düşünülmesine karşın onun Allah'ın oğlu olduğu kabul edilmez. Üstelik yahudi kaynaklarına göre de Üzeyir'i Allah'ın oğlu kabul eden hiç bir görüş çıkmamıştır. Oysaki kuranda açık açık yahudilerin Üzeyir'e Allah'ın oğlu dediği yazılıdır.

Durum böyleyken merak ediyor insan, Kuran'ın Allah'ı müslümanlarla dalga mı geçiyor diye. Bilinen hiç bir yahudi kaynağında Üzeyir(Ezra) Tanrı'nın oğlu gösterilmemişken, nasıl olurda kuranda böyle bir şey yazar. Üzeyir'e Tanrı denildiği ile ilgili hiç bir kanıt yokken bazı islam alimleri bu ayette kastedilen yahudilerin bütün yahudileri kapsamadığını azınlıkta bir yahudinin böyle düşünmüş olabileceğini iddia ediyorlar. Tabi bu iddianında bir kanıtı yok. Diyelimki Allah ayette bütün yahudileri kastetmemiş. O halde niye ayette sadece bir kısım yahudilerin öyle düşündüğü için hata yaptığını demiyorda genel olarak yahudiler diyor.

De ki:"Fatiha süresinde de ki yok!"  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kuran meali okumuşsanız farketmişsinizdir. Bir çok yerde Allah'ın sözleri "de ki" ile tercüme edilmiştir. Mesela enam süresi 11. ayetinin meali şöyledir "De ki: "Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir gör" Türkçe düşünüldüğü zaman çok garip gibi görünen bu ayetler arapça grameriyle çok güzel, şiirsel bir intiba bırakıyor olabilir.

Anlatmak istediğim şey bu dekilerin nasıl göründüğü değil aslında. Kuranın birçok yerinde geçen bu "de ki"lerin fatiha süresinin mealinde olması gerektiği halde olmamasıdır. Gelin beraber okuyalım.

"1.Bismillahirrahmanirrahim" Burası normal. Her kuran suresinin başında geçiyor.

"2, 3, 4.Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah'a mahsustur." Bu sözün başında deki olsa daha iyi olurdu ama olmasada sorun değil.

"5.(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz." İyi okuyun ve biraz düşünün. Sizce kuranı yazdırdığı söylenen Allah hiç kendisine Allahım der mi? Şayet burada insanların Allahımla başlayan bir cümle demesi isteniyorsa nerde bu cümlenin "de ki"si.

"6, 7.Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil." Aynı tutarsızlık burada da görülüyor olmayan bir deki yüzünden sanki bu ayetle Allah başka bir Tanrı'ya dua ediyormuş gibi görünüyor.

Yorum sizin. İsterseniz benim hata yaptığımı kafir olduğumu, isterseniz bir kere şu var olan inancınızın niye var olduğunu düşünün.



Not:Meal, diyanet mealidir.

124bin peygamberle evrenselliği sağlayamamak  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam inancına göre Allah her kavime bir peygamber göndermiştir. Bu konuda peygamber sayısının 124.000 olduğuda söylenmektedir. İlginçtir ki var olduğu söylenen bu 124 bin peygamberden sadece 25'inin ismi Kuran'da geçmektedir. Ayrıca 3 kişinin de peygamberliği konusunda ihtilaf vardır. Bunlar Üzeyir, Lokman ve Zülkarneyn'dir. Üzeyir hakkında Muhammed peygamber şöyle demiştir:"Bilmiyorum, Üzeyr peygamber midir, degil midir?"(1) Anlaşılan Hz. Muhammed'de ihtilaf ediyormuş(!)

Kuran'da adı geçen diğer peygamberlere baktığımızda ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Peygamber olduğu söylenen kişilerin hepsi aynı soydan geliyor. Hepsinin soyu İbrahim peygambere dayanıyor. Buradan yola çıkarak Kuran'da ismi geçen peygamberlerin hepsinin Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Evrensel olduğu söylenen kuran bu yönüyle çelişmektedir. Madem 124bin peygamber var neden bu peygamberlerden Çin'de Amerika'da yaşamış olanlardan da en azından bir ikisinin adı geçmez. Böyle bir durum olsaydı dünyadaki insanların İslam dinine inanması çok daha kolaylaşırdı. Çünkü bu şekilde halklar kendilerine gönderilipte bozdukları iddia edilen dinin peygamberinin kim olduğu ne yaptığı hakkında Kuran'da bilgi bulsalardı gerçekten etkileyici olabilirdi. Mesela Hazreti Henry, Hazreti Kawazaki, Cristopper aleyisselam...

Diğer bir konu ise evrensel olduğu söylenen Kuran'da geçen olaylar hep ortadoğu kültürünün izlerini taşır. Kuranda Amerika, Avustralya diye kıtalardan bahsedilmez. Kızılderelilerden, Çinlilerden, eskimolardan da bahsedilmez. Evrensellik denilince insanlar ne anlıyor bilmiyorum ama bir kitap evrensellik iddiasında bulunuyorsa hele birde o kitaba kutsallık atfediliyorsa o kitabı okuyan her insan kendisinden birşeyler bulmalı diye düşünüyorum. Kuran okuyan bir arapla, Amerika kıtasında yaşayan bir Arjantinli muhtemelen Kuran hakkında çok farklı yorum getireceklerdir. Arap kendi kültürünü, zihniyetini yansıtan Kuran'dan övgülerle bahsederken, Arjantinli bu kitabın deli saçması iddialarla dolu olduğunu düşünecektir. Olması muhtemel böyle bir durumun tek nedeni kuranın evrensel olmamasıdır. Arap kendi halkına gönderilen son peygamberle mutlu olurken, Arjantinli (hristyansa) İsa'ya inanmaya devam edecektir.






(1)kaynak:(Ali Nasif et-Tâc, III, 302).

Ahmet Altan:Tanrınızın yarattıklarına düşmanlık mı besleyeceksiniz?  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Ahmet Altan
22 Ekim 2006


Ey siz inananlar.Tanrınızın yarattıklarına düşmanlık mı besleyeceksiniz?Öldürecek misiniz onları?Yoksul mu bırakacaksınız?Acılarına sırtınızı mı döneceksiniz?Sadece kendi kavminiz için mi şefaat dileneceksiniz?Kendinizi ayıracak mısınız Rabbinizin yarattığı diğer kullardan?Dininizle, ırkınızla böbürlenecek misiniz?Ey siz, huzursuz ruhlar... Ey siz, binlerce yıldır kendi ihtirasının dikenleriyle kanayanlar... Ey siz, fıtrattan eksikli yaratılmış olanlar...Dinleyin.Fırtına kuşları gibi içinde uçtuğunuz sert rüzgarlarla yorgunsunuz, günahlarınızla, hiç bitmeyen hırslarınızla yorgunsunuz, kavgalarla, düşmanlıklarla, kızgınlıklarla yorgunsunuz, avucunuzda sıktığınız bir ustura gibi sizi yaralayan bencilliklerinizle yorgunsunuz.Rüzgarın dinmesini özlediniz.Sessizliği ve sükûneti özlediniz.Düşmanlarınızla ve kendinizle barışmayı özlediniz.Daha doğduğunuz gün bir hapishane gibi kapıları üstünüze kapanan hayatın dağdağasından kurtulmayı özlediniz.Bir lahzalık bir huzur için yakarıyorsunuz.İçinizdeki öfkeli çığlıklar sussun, dışınızdaki insafsız dövüş naraları kesilsin istiyorsunuz.Kasırgalardan çıkıp sakin bir vahaya konmak istiyorsunuz.Rüzgar uğultusundan başka sesler de duymak, gözlerinize dolan o karmaşık karaltılardan başka şeyler de görmek, sükûnetin tadını çıkarmak, soluklanıp gücünüzü yeniden toplamak istiyorsunuz.Ve, tanrı isteklerinize cevap verdi.Ve, bayramlar bağışladı size, kendinizden ve kavgalarınızdan kurtulun diye.Ve dedi ki, "bugün durun, bugün barışın, bugün düşmanlıklarınızı, hırslarınızı unutun, bugün kendi eksiğinizi başkalarının eksikliklerini severek tamamlayın."Ve, ben, Rabbimin eksikli kulları o günlerde mükemmeliyete erişip düşmanlarını sevdikleri, ruhlarını hırpalayan kasırgalardan kurtuldukları için bayramlara iman ettim.Ve dedim ki, "hiddetine değil imanım ama şefkatine iman ediyorum."O, benim güzel Allahım.O, eksik yarattığı kullarını eksiklikleriyle sevecek kudrete sahip olan.O, kasırgaları ve vahaları yaratan.O, imanını kaybetmiş bir adamın çocukluğunda kıldığı teravih namazlarında söylenen "salavat-ı şerif"e sesini veren.Bayramlar, benim inançsızlığımın durduğu, dinlendiği, huzurlu vahalar.Bayramlar, benim kaybettiğim tanrımı bulduğum büyük ve huzurlu mabetler.Ey siz, binlerce yıldır kendi ihtiraslarıyla kanayanlar, sizlersiniz bana bayramlarda tanrımı bulduran.Düşmanınıza gösterdiğiniz merhamet, yoksula gösterdiğiniz şefkat, muhtaca gösterdiğiniz rikkat bana tanrının varlığını gösteren.Ruhunuzu saran huzur, sizdeki huzurla o müthiş kasırganın ani duruşu, hepimizi kucaklayan hoşgörülü sevecenlik, o temizlik kokusu beni inanmadığıma inandıran.Bayramlar, benim tanrımın sizin mükemmeliyetinizde ortaya çıktığı muhteşem duraklar.Ve dedi ki benim Allahım, "kendiniz için değil düşmanınız için dua edin."Ve dedi ki, "kendiniz için değil düşmanınız için şefaat isteyin."Ve dedi ki, "sizi birbirinize emanet ettim, emanetinize hıyanet etmeyin."Ve dedi ki, "düşmanlarınızı da benim yarattığımı unutmayın."Ve dedi ki, "bu menzilde öyle yüce bir merhamet gösterin ki bana inanmayanlar sizin merhametinizin ışığında görsünler beni."Bayramlar, dünyadaki imtihanları en zorlu geçenlerin, yoksulların, kimsesizlerin, evsizlerin, çocuğuna portakal alamayan işsizlerin, dağda ölümü bekleyenlerin, nöbet yerinde hasret çekenlerin, hastaların, gurbete çıkanların, hapistekilerin, kaderin kendilerine daha iyi davrandığı insanlar tarafından tevazuyla, ağırbaşlılıkla, şefkatle kucaklandığı duraklar.Kendimizden yıkandığımız, kendi öfkelerimizden arındığımız, menfaatlerimize sırtımızı döndüğümüz kutsal yunaklar.Bir ihtiyarın elini öpen genç, bir çocuğun başını okşayan adam, bir yoksulu sevindiren zengin, bu huzurlu vahanın çiçeklerini dikenler.O davranışların her birinde ben kendi tanrımın tebessümünü görürüm.Kullarının merhametinden sevinir benim tanrım.Hayatın kasırgasını bunun için durdurur.En huzursuzumuz bile böyle günlerde huzur bulur.Bir başkasına merhametle, şefkatle, tevazuuyla uzanan her elde tanrının eli vardır ve o el değdiği her yere huzur ve güç verir.O huzuru herkesle birlikte duyarım.Ruhum sakinleşir.Her gülümseyen yüzle birlikte hafiflediğimi, zincirlerimin çözüldüğünü, ihtirasların ve öfkelerin hapishanesinden azat edildiğimi hissederim.Ve, iman ederim kendi tanrıma.Ve, her gülümseyen yüze, her sevecen sese minnet duyarım.Onlardır benim tanrımın dünyadaki yansıması.Onlardır beni inandıran.Ben her bayram iman ederim.Ey siz, huzursuz ruhlar...Ey siz, binlerce yıldır kendi ihtirasının dikenleriyle kanayanlar...Ey siz, fıtrattan eksikli yaratılmış olanlar...Dinleyin.Sizsiniz beni Allah’a yaklaştıran.Kendi eksikliğinizi başkalarının eksikliğini severek tamamladığınızı görmek inandırır beni tanrının varlığına.Ve derim ki, "hiddetinden korkmuyorum ey Rabbim, şefkatin titretiyor dizlerimi."Ve derim ki, "bana varlığını kullarının merhametinde göster."Ve derim ki, "sen olmasaydın da onlar böyle kötü olabilirlerdi ama sensiz iyi olamazlardı, onların iyiliklerini göster bana."Ve derim ki, "senin adına kötülük edenler varken nasıl inanacağım sana."Ve derim ki, "senin cennetini istemiyorum ey tanrım, bütün istediğim seni tebessüm ettirecek bir iyilik yapma gücü, onu ver bana."Ve, bayramlarda benim tanrım bana kullarının iyi yanlarını gösterir.Birbirine sarılan her düşmanla ben imana doğru bir adım atarım.Huzur bulan her ruhla biraz daha inanırım.Sizi, bir mükemmeliyete doğru yürüyün, ruhunuzun eksikliğini kendiniz tamamlayın ve böylece O’nun kendi başına mükemmeliyete ulaşabilecek canlılar yaratabildiğini gösterin diye eksik yaratan tanrı, bu ıstıraplı yürüyüşte durup dinlenebileceğiniz menziller yaptı size.O menzillerde durun.Durun ve eksik yanlarınızın tamamlanmasını bekleyin.Sahip olduklarınız, sizin eksikleriniz.Öfkeleriniz, düşmanlıklarınız, hırslarınız, kıskançlıklarınız, hasetleriniz, böbürlenmeleriniz.Onlardan kurtuldukça tamamlanacaksınız.Ve, bayramlar tamamlanma vakitleri.Ey siz inananlar...Tanrınızın yarattıklarına düşmanlık mı besleyeceksiniz?Öldürecek misiniz onları?Yoksul mu bırakacaksınız?Acılarına sırtınızı mı döneceksiniz?Sadece kendi kavminiz için mi şefaat dileneceksiniz?Kendinizi ayıracak mısınız Rabbinizin yarattığı diğer kullardan?Dininizle, ırkınızla böbürlenecek misiniz?Onun yarattığı kulları sevmeden tanrınızı nasıl seveceksiniz?O benim güzel Allahım.Görür içinizdeki kötülükleri.Düşmanlıklarınızı görür.Bir kulunun bir kuluna ettiği kötülük üzmez mi onu?Ey siz inananlar...Siz korkmaz mısınız onu üzmekten?Onun üzülmesinden üzülmez misiniz?Bayramlar, sadece birbirinizi değil, tanrınızı da sevindirme vakitleri.Onu sevindirdiğinizde, onun da tebessüm ettiğini imanla görürüm.Ve der ki, "hepinizi eksikli yarattım, birbirinizin eksiğini hor görmeyin."Ve der ki, "hepiniz benimsiniz, benim olana kötülük etmeyin."Ve der ki, "her bir kulum eksiğini, bir başka kulumun eksiğini hoş görerek tamamlar."Ve der ki, "düşmanlarınız da benim kullarım, onlar için dua edin."Ve der ki, "merhametim hiddetimden fazladır, sizin de merhametiniz hiddetinizden fazla olsun."Ve, bayramlar eksikli kulların merhametle huzur bulduğu zamanlardır.O huzurda görürüm ben onu.Benim güzel Allahım.Öyle kullar yaratır ki, inançsızları merhametleriyle inandırırlar.Ben her bayram inanırım.Onun yarattığı kulların şefkati beni yaklaştırır ona.Ve derim ki, "hiddetinden korkmuyorum ey tanrım, şefkatin titretiyor dizlerimi."Ve derim ki, "sana her bayram inanıyorsam ey tanrım, bu, her bayram senin kullarının şefkatine inandığımdandır."

Ahmet Hakan:İyi ki dönmüşüm  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Ahmet Hakan
30 nisan 2008
(Hürriyet gazetesindeki köşe yazısı)


İyi ki dönmüşüm

KOSKOCA adamların, hiç utanıp sıkılmadan, "Tamam, bizim adamımız bir yaramazlık yapmış olabilir ama sizin adamlarınız da yaramazlık yapmıyor mu?" diye kendilerini savunduklarını gördükçe... İyi ki dönmüşüm diyorum...

Bir zamanlar konuşmalarını "Sartre’ın Nobel’i ret konuşması"nı dinler gibi heyecanla dinlediğim saygıdeğer insan Abdurrahman Dilipak’ın, bu kadar yüz kızartıcı bir olay karşısında "Belki kıza nikah yapmıştır" gibi bir mazereti dile getirdiğini gördükçe... İyi ki dönmüşüm diyorum...

"Güzel ahlakı tamamlamak" için gönderilmiş bir önderin davasının, bırakın güzel ahlakı, ahlakın kendisini paçavra eden adamların eline düştüğünü gördükçe... İyi ki dönmüşüm diyorum...

Bugün "Konu yargıdadır" diye ortalığın tozunu attıranların, daha dün ortada bir yargı kararı falan olmadığı halde "Ergenekoncular pornocu çıktı" diye manşet attığını gördükçe... İyi ki dönmüşüm diyorum...

Kendisine köşe açıp sözüm ona İslam davasını savundurdukları bir yazarın, "yeryüzünün en aşağılık suçunu işlediği iddiasıyla tutuklanmış" olması karşısında biraz utanıp sıkılmak, şöyle sessiz bir "Tövbe estağfurullah" çekmek yerine, bin dereden su getiren sıkılmazları gördükçe... İyi ki dönmüşüm diyorum...

"Biz Müslümanların gür sesiyiz" diyerek hava basan adamların, bırakın İslam’ı, insanlığın bile kabullenemeyeceği iğrenç bir suçlamayla karşı karşıya kaldıklarında, "Ama manken kız da tostumu yedim bekliyorum diye mesaj atmıştı" gibi abuk bir savunmayla kendilerini temize çıkartma gayretlerini gördükçe... İyi ki dönmüşüm diyorum...

Kendi gettolarından birinin karşılaştığı küçük ya da büyük her türlü suçlama karşısında "Komplodur komplo" diyen ve böylece kendilerini rahatlatan adam ya da kadınları gördükçe... İyi ki dönmüşüm diyorum...

Yapılması gerekenDOĞRUDUR... Hüseyin Üzmez hakkında mahkeme henüz son sözü söylemiş değildir...Ancak... Hukuk sisteminde "tutuklama kararı", sanığın aleyhinde çok ağır bir tedbirdir...Tutuklama kararının verilebilmesi için, "çok kuvvetli suç şüphesi" olması gerekir..."Soyut isnat" üzerine tutuklama kararı verilemez... "Somut deliller" söz konusu ise, tutuklama kararı verilebilir...Hüseyin Üzmez ile ilgili işin hukuki kısmı budur...Peki böyle bir durumda...İslami değerleri savunduğunu iddia eden bir gazetenin yöneticisi ne yapar?Düşünün: Köşe verdiği adam 14 yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel tacizden gözaltına alınmış... Hatta adam, "çok kuvvetli suç şüphesi" ile tutuklanmış...Evet, ne yapar böyle bir gazetenin yöneticisi?Ne yapacak?Önce utanır, sıkılır, boğulacak gibi hisseder kendisini... "Biz nasıl oldu da böyle bir adama köşe verdik" diye hafiften bir muhasebeye girişir... Ardından "Mahkeme kararını vermiş olmasa da herhangi bir yazarımın böyle bir suçlamayla tutuklanmasını dahi kabul edemem" der... Mahkeme tamamlanıncaya kadar yazarıyla ilişkisini keser... "Komplo" demez... Hatta sorumluluğun daha fazlasını üzerine alıp, "Utanç duyuyoruz" diye manşet atar... "Savunma" psikozuna girmez... Ama tabii bunları yapmak için...O gazete yöneticisinin yüzünün kızaracak denli gelişmiş bir ahlaka sahip olması gerekir...Tutturmuşlar Fadime diye"HÜSEYİN Üzmez olayı", 28 Şubat’ta ortaya çıkan "Fadime olayı"na benziyormuş...O zaman şu "Fadime olayı"nı anımsamakta yarar var...Kimdi Fadime?Ali Kalkancı adlı bir şeyh bozuntusunun tezgahına düşmüş türbanlı bir kızdı...Kalkancı’nın kendisine büyü yaptığına inanıyordu...Büyüyü bozdurmak maksadıyla Aczmendi Lideri Müslüm Gündüz denilen soytarının eteğine yapışmıştı... O da sakalını sıvazlayıp, "Büyüyü bozmam için seninle yatmam gerekir" demişti...Fadime de razı olunca...İş yatak faslına gelmişti...İşte tam o sırada polisler Müslüm Gündüz’ün evine baskın vermiş ve Müslüm denilen adam yarı çıplak yakalanmıştı...Evet... Ne bir eksik, ne bir fazla... Budur Fadime olayı...* * *İslami kesimde yıllardır bu olay üzerine şu teraneler dile getiriliyor:"Bu olay 28 Şubat’ı yapanların işine gelmiştir... 28 Şubat yanlıları bu olayı her akşam ekranlara getirerek kullanmışlardır... Müslüm aslında 28 Şubatçıların adamıydı... Fadime komplonun tam göbeğinde yer almıştır... Hatta Ali Kalkancı da İslam düşmanı bir adamdı..."Bu teranelerin hiçbir anlamı ve karşılığı yoktur...Değil mi ki sen Ali Kalkancı gibi sahtekarlarla hesaplaşmıyorsun... Değil mi ki sen her gördüğün sakallıyı koruman altına alıyorsun... Değil mi ki sen bu tür komplolara zemin hazırlıyorsun... Değil mi ki sen kendi içinden çıkan adamların rezilliklerine kol kanat geriyorsun... Değil mi ki sen getto mantığını terk edemiyorsun...O halde sana komplo kurarlar kardeşim... Bu yüzden "Bana komplo kuruyorlar" diye ağlayıp sızlamaya hiç mi hiç hakkın yoktur...

Fethullah Gülen'e Göre Kölelik  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

"İslâm, evvelâ, köleliği bir vak'a olarak ele aldı. Sonra kölelerin ne ticaret ne de eğlence metâı olmadığını hatırlattı ve insan olduklarına dikkati çekti"(1). Bu sözler Fethullah hocaya ait. Böyle bir şey demesindeki sebep insanlara İslamın aslında köleliği hoş görmediğini anlatmaya çalışmak. İnsanlara bu iddiasını kanıtlamak için yazının devamı şöyle:

" "Sizin bazınız bazınızdandır." (Nisâ, 4/25) "Kim kölesini öldürürse onu öldürürüz, kim onu hapseder veya gıdasını keserse onu hapseder ve gıdasını keseriz, kim onu hadım yaparsa onu hadım yaparız." gibi ilâhî prensipleri ilân ederek, düşünceye istikamet verip inhirafın önüne geçti. "Siz âdemoğullarısınız. Âdem de topraktandır." "Biliniz ki, hiçbir Arab'ın Arap olmayana ve hiçbir Arap olmayanın da Arap olana; hiçbir beyazın siyaha, hiçbir siyahın da beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük takvâ iledir." Yani bütün üstünlük ve meziyet, Yaradan'ın insana bakışı ve insanın bu bakış ve hitap karşısında tavır ve davranışlarını düzeltmesine bağlanıyordu. İslâm'ın bu yumuşak havası sayesinde bütün bir mâzisi esarette geçmiş -hadîsin ifadesiyle- nice saçı başı dağınık kimseler vardır ki, eşraf ve ileri gelenlerden hep tâzim görmüşlerdir. Hz. Ömer (ra) "Bilâl, Efendimiz; ve onu Efendimiz Ebû Bekir (ra) hürriyete kavuşturdu." derken, bu mânâya saygısını ifade ediyordu. İslâm, onları da, âlemşümûl kardeşliği içinde mütalâa ediyor ve her şeyden evvel "Hizmetçi ve köleleriniz kardeşlerinizdir. Kardeşi, elinin altında bulunan her fert, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onların yapamayacakları işleri emredip onlara yüklemesin. Eğer zor işler teklif ederseniz, behemehal onlara yardım ediniz." "Sizden hiçbiriniz, 'Bu kölemdir, bu câriyemdir.' demesin. Kızım veya oğlum, yahut kardeşim desin." "

Bu yazıyla Fethullah hocamız malesef başarısız bir iddiada bulunmuştur. Çünkü islam köleliği bir vaka olarak ele almadı bizzat kölelik sistemini devam ettirdi. İslama göre köle mal değildir diyen hocamızı şu hadislerden haberdar etmek gerekir.

Hz. Ayşe'yi dinliyoruz:"Resulullah (sav)'a "Hangi köleyi azad etmek efdaldir?" diye sorulmuştu. "Fiyatça yüksek olanı ve efendisinin nazarında en nefis olanıdır!" cevabını verdi"(2). Görüldüğü gibi kölelerin belirli fiyatları var ve peygamber en pahalısını bağışlamayı teşvik ediyor. Köleler arasında bile eşitlik yokmuş anlaşılan.

Sıradak isim Amr İbnu Şuayb: "Resulullah (sav) buyurdular ki: "Kim kölesi ile yüz okiyye üzerinden mükatebe yapsa da, kölesi bunun on okiyyesi hariç hepsini ödese, yine de köledir."(3) . Yazık bu kölelere adamlar değerinin yüzde doksan dokuzunu ödese bile sahibi yüzde birini vermedi diye serbest bırakmama hakkına sahip.


Ebu Davud:"Mükateb, üzerinde bir dirhemlik borç kaldığı müddetçe köledir."(4)

Cabir:"Biz Hz. Peygamber (sav) ve Hz. Ebu Bekir (sav) zamanında ümmü veled'i satardık. Hz. Ömer bu alış-verişten bizi yasaklayınca terk ettik."(5) Kölenin mal olduğunun kesin kanıtlarından biriside bu. Çocuğunuzun annesini satabiliyorsunuz. Sebep, annesinin cariye olması.

Yine Cabir:"Bir köle gelerek Hz. Peygamber (sav)'a hicret etmek üzere biat etti, Resulullah (sav) onun köle olduğunu sezemedi. Arkadan efendisi onu aramaya geldi. Resulullah (sav) ona: "Onu bana sat" buyurdu ve köleyi iki siyah köle mukabilinde satın aldı."(6) Demek o zamanlar da siyahi insanlara değersiz gözüyle bakılıyormuş.

Ebu'l-Vadi':"Bir gazvede bulunduk. Bir yere indik. Bir arkadaşımız, bir köle karşılığında bir at sattı. O günün geri kalan kısmında ve geceleyin beraber kaldılar. Sabah olunca göç hazırlığı yapıldı. Adam kalkarak atını eğerlemeye gitti. Bu satıştan pişman olmuştu. Öbürüne gidip akdi bozmak istedi. Fakat diğeri kabul etmedi, atı vermeyi reddetti ve "Aramızda Resulullah (sav)'ın ashabından Ebu Berze hakem olsun" dedi. Ona gelip, durumu anlattılar. Ebu Berze: "Aranızda Resulullah (sav)'ın hükmüyle hükmetmeme razı mısınız? Hz. Peygamber (sav) buyurmuştu ki: "Alım-satım yapanlar, birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler." Ben sizi ayrılmış göremiyorum."(7) O zamanlar at insandan daha değerli olabiliyormuş demek.

Büreyde:"Bir kadın Resulullah (sav)'a, gelip: "Ben anneme bir cariye tasadduk etmiş idim. Şimdi annem, cariyeyi bırakarak vefat etti" (deyip, hükmünü sordu). Aleyhissalatu vesselam: "Sana onun sevabı vacip olmuştur. Miras yoluyla da cariye sana geri gelmiştir!" buyurdular. "(8) Tabi gelir kölede mal ki zaten.

Kölenin mal olduğu konusunda yeterince tatmin olmayan varsa bana mail atabilir, Fethullah hoca dahil.

Not:İnternet üzerinde islamda kölelik yoktur diye saçma sapan yazılar görüyorum. Arkadaşları akıl ve mantığa davet ediyorum.



kaynaklar
(1)http://tr.fgulen.com/content/view/386/3/
(2)Muvatta, Itk 15, (2, 779); Buhari, Itk 2; Müslim, İman 136 (84)
(3)Ebu Davud, Itk 1, (3927); Tirmizi, Büyu 35, (1260); İbnu Mace, Itk 3, (2519)
(4)Ebu Davud, Itk 1, (3926)
(5)Ebu Davud, Itk 8, (3953); İbnu Mace, Itk 2, (2517)
(6)Müslim, Musakat 123, (1602); Tirmizi, Siyer 36, (1596); Ebu Davud, Büyu 17, (3358); Nesai, Bey'a 66,
(7)Ebu Davud, Büyu 53, (3457)
(8)Müslim, Sıyam 154, (1149); Tirmizi, Zekat 31, (667); Ebu Davud, Vesaya 12, (2877), Zekat 31, (1656)

Fethullah Hoca ve Şakirlerinin Tereddütleri-1  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Fethullah Gülen Cemaati talebelerinin aklından geçen dinlere ilişkin tereddütler nedir diye merak ettiyseniz doğru yerdesiniz. Zaat-ı muhterem Fethullah Efendinin abilerle yaptığı sohbetlerden bir kısım Asrın Getirdiği Tereddütler ismiyle 4 cilt olarak kitaplaştırılmış. Bu kitabı açıkçası okumanızı tavsiye etmem. İçinde ne üdüğü belirsiz insanın hiçbir işine yaramayan sorgulamaktan uzak çok saçma sapan sorular ve bu sorulara aynı ciddiyetle ve edebi(arapça, farsça kelimesi bol) bir dille uzun uzun yazılmış cevaplar içeriyor Asrın Getirdiği Tereddütler.

Ben dinlere falan inanırken, haliyle kafamın karışıklığını gidermek için biraz karıştırdım bu kitabı. Bu kitapta beni biraz daha dinsizliğe itti. Çünkü kitaptaki sorular insanı pek tatmin edecek cinsten değil ve zor sorular kasıtlı olarak seçilmemiş. Örneğin, nisa suresindeki toplama yanlışlığı, fatiha süresinde tanrının mı peygamberinmi konuştuğunun belirsizliği, cariyeyle ilişkiye girildikten sonra satılabilmesi(tabi nikah falanda gerek yok), Hz. Ömer'in recm ayeti kuranda yok demesi gibi konuları kitapta malesef bulamıyoruz.

Zor soruların seçilmemiş olmasının bence iki amacı olabilir.

İlk olarak, bu sorulardan habersiz binlerce şakird bu soruları hiç yoktan öğrenmesin, kitaptaki soruları okumakla yetinsin. Sonrada Fethullah Hoca bütün tereddütleri cevaplamış diye imani bir rahatlama içine girsin.

İkinci olarak, Fethullah hocanın imanla ilgili zor soruları yüzüne gözüne bulaştırma ihtimali. Nitekim böyle bir durumda talebeler hocalarının doğru düzgün cevaplayamadığı sorular karşısında büyük bir imani boşluğa girerler.

İşte Fettullah Efendi'nin cevap verdiği güya imani tereddütlere neden olan sorular:

(Soruların altındaki sayılar siteden kopyaladığım zamandaki başlıkların tıklanma sayılarıdır)

Allah'ın Özü ve Nitelikleri Nelerdir?
18419
Kâlû-belâ Ne Demektir?
17374
Edep Nedir? Edepli Olmak Ne Demektir?
16031
İrade-i Külliye ve İrade-i Cüz'iyye Ne Demektir?
14946
İnsanımıza Okuma Alışkanlığını Nasıl Kazandırabiliriz?
14748
Niyet İnsanı Kurtarabilir mi?
14589
İnsanların Amerika'ya Geçmesi Nasıl Olmuştur?
14455
İslâmiyet Bütün Meseleleri Halletmeye Kâfi midir?
14292
Hızır (aleyhisselâm) İle Görüşülebilir mi?
12624
Mü'minde Gerilim Nelere Karşı ve Nasıl Olmalıdır?
12234
Ülfet Nedir ve Menfî Tesirleri Nelerden İbarettir?
11347
Bir Müslüman'ın Müsamaha Ölçüsü Ne Olmalıdır?
11236
"Dinde Zorlama Yoktur" Âyetini İzah Eder misiniz?
2774
Cin Nedir? Nasıl Çağrılır? Tedavide ve Kayıp Bulmakta Kullanılabilir mi? Cincilik Yapan Hocaların İslâm'da Yeri Nedir? Mahzuru Var mıdır? Uğraşan İlim Adamları Var mıdır?
2418
Dua Ederken ''Eûzü-Besmele'' Çekilir mi? Duada Usûl Nasıl Olmalıdır?
2326
Abdülhamid Han'a "Kızıl Sultan" Deniliyor, Doğru mudur?
1857
Bugünkü Şartlarda Dünyayı Değerlendirme Nasıl Olmalıdır? Dünya-Âhiret Muvâzenesi Kuramıyoruz, Asrı Saadette Nasıl Kurmuşlardı?
1747
"Zaman İhtiyarladıkça Kur'an Gençleşiyor" Deniliyor, İzah Eder misiniz?
1602
Dinimizi Öğrenip Başkalarına da Öğretirken Hangi Hususlara Dikkat Etmeliyiz; Tebliğ Metodumuz Nasıl Olmalıdır?
1538
Kıyamet Alâmeti Olarak Anlatılan Dabbetülarzın AIDS Hastalığı İle Alâkası Var mıdır?
1437
“Ümmetimin Fesada Gittiği Bir Dönemde, Sünnet'ime Sımsıkı Sarılana Yüz Şehit Ecri Vardır." Deniliyor. Sünnet-i Seniyye'yi Öğrenip Asrın Şartları İçinde Tatbik Keyfiyetini Açıklar mısınız?
1361
Dünyaya Gelen Peygamberlerin Sayısı Ne Kadardır? Hepsi Erkek midir?
1331
İnançsız Birine Önce Neyi, Nasıl Anlatmalı?
1294
Cihad Nedir? Küçük ve Büyük Cihaddan Bahsediliyor, Tarif ve İzah Eder misiniz?
1243
Osmanlılarda Harem Mevzuu Çok Tenkit Edilen Hususlardan Biri Olmuştur. Bu Mevzuda Bizi Aydınlatır mısınız?
1239
Peygamber Efendimizin (sav) Çok Kadınla Evlenmesinin Hikmeti Nedir?
1133
Ahir Zaman Fitneleri Karşısında Durumumuz Nedir ve Nasıl Korunabiliriz?
1118
Tevbe-i Nasuh Nedir?
1108
"Ve Alleme Âdeme'l-esmâe Külleha" Ayeti Neler Anlatmaktadır?
1097
"Bir Saat Tefekkür, Bir Sene Nafile İbadet Hükmüne Geçer" Mealindeki Tefekkürün Yolu, Usûlü, Metodu Nasıldır? Belli Bir Vird veya Zikri Var mıdır? En Çok Tefekküre Sevk Eden Âyetler Hangileridir? Sessizce Yapılan Dualar Tefekkür Yerine Geçer mi?
1088
Allah'ın Bizim İbadetimize İhtiyacı Olmadığına Göre, Biz İbadetlerimizi Neden Kendi Keyif ve İsteğimize Göre Yapmıyoruz?
1070
Bazıları, Akraba Evliliklerinin Zararlı Olduğunu İddia Ediyor. Bu Hususu İzah Eder misiniz?
1055
İslâm Fıtratı Ne Demektir? Hidâyet Nedir ve Hidâyete Nasıl Vesile Olunur?
1050
Lut Kavmi, Nuh Kavmi Gibi Bazı Kavimler Belli Suçlardan Helâk Edilmişlerdir. Bugün Bütün Ahlâksızlıklar Yapıldığı Hâlde, Neden Toplu Olarak Milletler Helâk Edilmiyor?
1044
İnsanın Ne Zaman ve Nasıl Öleceği Önceden Belirlendiğine Göre, Onu Öldürenin Suçu Nedir?
1041
Hazreti Hasan ve Hazreti Muaviye (radıyallâhu anhüma) Varken Ömer İbn Abdülaziz’in Beşinci Halife Sayılmasının Hikmetini Açıklar mısınız?
1037
Allah (celle celâluhu), Neden Bana Sormadan, İşin Başında İrademe Danışmadan Beni Yaratıp, Kaderin Mahkûmu Yapmış? Sonra, Benim Kaderim Neden Zengin ve Müreffeh Olmak Değil de, Belâ ve Musibetlere Maruz Kalmak Şeklinde Tecellî Ediyor?
1026
Hazreti Havva'nın, Hazreti Âdem'in (aleyhisselâm) Eğe Kemiğinden Yaratıldığı Söyleniyor, Ne dersiniz?
1024
Peygamber Efendimizin Kadınları Dövme Tavsiyesi Nasıl Değerlendirmelidir?
1002
Beş Vakit Namaz Farzdır. Kutuplar da İse, Bazen Altı Ay Gece, Altı Ay da Gündüz Olur. Burada Nasıl Namaz Kılınacak?
1001
Allah Bilinebilir mi, Tarif Edilebilir mi?
992
Cenâb-ı Hak Bir Âyetinde "Ben İstediğim Kulumu Hidayete Erdiririm" Diyor. Bu Durumda Cenâb-ı Hak Kulları Arasında Bir Ayrım Yapıyor mu?
984
Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri'nin "eş-Şeceretü'n-Nu'mâniyye" İsimli Eserindeki İşaretleri Hakikatlerle Ne Ölçüde Telif Edilebilir?
979
Bediüzzaman İçin, Van Gölü'ndeki Adayı Göstererek, "Bana Şu Adayı Versinler, Yanıma Alacağım Onbir Talebeyle Bütün Dünyaya Meydan Okuyabilirim." Dediği Söyleniyor. Doğru mudur? Doğruysa Nasıl Olur?
972
Yoktan Var Olmaz, Vardan da Yok Olamaz Diyorlar. Zamanımızda Geçerli midir?
929
Vahdet-i Vücud Nedir ve İtikadımızla Telif Edilebilir mi?
910
Hayat ve Gençlik Hevesatı Cihetinden Gelen Tehlikelerden Nasıl Korunabiliriz?
909
"İslamiyet Akıl ve Mantığa Uygundur Diyorlar. Halbuki İslamiyet Nasslara Dayanmaktadır ve Dolayısıyla Teslimiyet Gerekmektedir" Sözü Nasıl Anlaşılmalıdır?
901
Ecnebi Memleketlerinde Doğanların Durumları Ötede Nasıl Olacaktır?
890
Tenâsüh Nedir ve İslâm İnançlarına Göre Doğru mudur?
879

İslâm'da ki Cihad Emrinin "Dinde Zorlama Yoktur" Ayetiyle Bir Zıtlığı Var mıdır?
872
Hacerü'l Es'ad (Esved) Hakkında Bilgi Verir misiniz?
868
Şeytan, Cehennem'e Gideceğini Bildiği Hâlde Niçin Küfürde Israr Ediyor?
866
Bazı Müslümanların Devamlı Okudukları Virdler ve Tefsirlerin de Bir Şahs-ı Mânevîsi Var mıdır?
839
"Din, İnsanların İzah Edemedikleri Meseleleri Kamufle İçin Zorunlu Olarak Ortaya Atılan Bir Fikirdir." Deniliyor. Medeniyetin Terakki Etmesi Dine Olan İhtiyacı Ortadan Kaldırır mı?
830
Şüphe Nedir ve Bir Kısım Kimselerin Endişe Ettiği Kadar Korkunç Bir Şey midir?
828
Bizim Salavât Getirmemizle Cenâb-ı Allah, Peygamberimiz Üzerine Rahmeti ve Selâmı İndirir mi? Zaten Cenâb-ı Allah, O’nun Üzerine Rahmetini İndiriyor. Bizim Salavât Getirmemizin Hikmeti Nedir?
817
Kur'an Niçin Ebû Leheb Gibi Kişilerden Bahsediyor, Hikmetini İzah Eder misiniz? Bu Onun Belagat ve Fesahatına Nasıl Uygun Düşer?
811
Şefaat Hak mıdır? Kimler Ne Ölçüde Şefaat Edebilirler?
785
İlhadın Bu Kadar Ön Almasının Sebebi Nedir?
770
Gevşeyen Gerilimimizi Durdurup, Tekrar İdeal Ufkumuza Yöneltebilmemiz İçin Neler Tavsiye Edersiniz?
763
İşlediğimiz Günahlar Yıllar Geçmesine Rağmen Aklımızdan Gitmiyor, Hatta Aynı Günahlara Teşvikçi Oluyor
763
Kur'ân-ı Kerim'in 23 Senede İnmesinin Hikmeti Nedir?
763
Ulü'l Azm Peygamberleri Hangileridir ve Niçin Bu İsim Sadece Onlara Verilmiştir?
763
Giyim-Kuşamımızı ve Evlerimize Alacağımız Eşyalarımızı Belirleme Hususunda Ölçümüz Ne Olmalıdır?
742
Diğer Peygamberlerin Ümmetlerine Olan Sevgileri İle Peygamberimiz’in Ümmetine Olan Sevgisi Farklı mıdır? Ayrıca Kendi Ümmetinin Fertleri Arasında da Sevgi Farkı Var mıdır?
739
Efendimiz ve İlk Müslümanların Başkalarının İmanlarını Kurtarmadaki Cehd ve Gayretlerini Anlatır mısınız?
737
"Ben Sizin Rabbiniz Değil miyim?" Sualine "Evet Rabbimizsin!" İle Cevap Verildiğine Aklî Delil Var mıdır?
734
Ehl-i Tasavvufun Kıdem Anlayışı İslâm Akidesiyle Telif Edilebilir mi?
718
Cenab-ı Hakk'ın İsimleri ve Sıfatları Arasında Derece Mevzu Bahis midir?
705
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Bir Defasında "Bu Ağızdan Sadece Hak Çıkar" Demesine Rağmen Hurmaların Aşılanması Tavsiyesi Üzerine Meydana Gelen Netice İçin "Ben Bir Beşerim" Demesi Nasıl Tevfik Edilir?
697
İslâm'da Meşrepçilik Var mıdır? Sahabe-i Kiram Arasında Böyle Ayrılıklar Oluyor muydu? Birleştirici Bir Fikir Ne Olabilir?
691
Dinimize ve Milletimize Hizmetten Elini Gevşetmiş, Hayır Yollarında Koşma Heyecanını ve Aktivitesini Yitirmiş Müslüman Kardeşlerimize Karşı Tavrımız Nasıl Olmalıdır?
687
Kardeşlik Anlayışımız Nasıl Olmalıdır? İçinde Bulunduğumuz Durumla Alâkalı Bir Değerlendirme Yapar mısınız?
687
Sahabe-i Kiram, Çocukları ve Hanımları, Kendi Şehitleri İçin Ağlayacakları Vakit Evvelâ Hz. Hamza İçin Ağlarlardı, Deniliyor. Sebebini Anlatır mısınız?
685
Rızkın Allah'ın Taahhüdü Altında Olduğu Söyleniyor. Hâlbuki, Biz Bazı Ülkelerde Elli-Altmış Günlük Açlıktan Sonra Ölenleri Biliyoruz. Açıklar mısınız?
684
İfsada Kilitlenmiş Kimselerin Bunca Tahribi Karşısında Neslimizi Nasıl Muhafaza Edebiliriz?
680
"İslâm, Emperyalist Sistemler Gibi, 'Fetih' Adı Altında Değişik Yerleri İşgal ve İstilâ Etmiş, Sonra da Sömürmüştür.” Diyorlar. İzah Eder misiniz?
680
İslâmiyet'in Kısa Zamanda Yayılmasının, 1300 Sene Gibi Uzun Zaman Yahudi ve Hristiyan Dünyası Tarafından Mağlup Edilemeyişinin Sebepleri Nelerdir?
679
Osmanlı'nın Yıkılışında Medrese ve Zâviyenin Tesiri Var mıdır?
643
Kur'ân, Peygamberimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Beyanı Olamaz mı? Değilse Nasıl İspat Edilir?
641
Topraktan Yaratıldık; O Halde, Duada Ellerimizi Niçin Toprağa Doğru Değil de Göğe Doğru Çeviriyoruz?
641
Taklîdî ve Tahkîkî İman Ne Demektir?
640
Lokman Sûresinin Sonunda Mugayyebat-ı Hamseden Sayılan, Yağmurun Yağma Zamanı ve Ana Karnındaki Çocuğun Durumu Bugün Gaybîlikten Çıkmış Gibidir. Bu Durumu Nasıl İzah Edersiniz?
636
Ruhların Yaratılışı Esnasında veya Daha Anne Karnında Cenin Safhasındayken İnsan İçin Saîd veya Şakî, Ya da Cennetlik veya Cehennemlik Yazılması Nasıl Olur?
636
Günümüzde Fen ve Tekniğe Ait Meselelerle İslâm'ı Anlatmak Yaygın Haldedir. Bunu Nasıl Görürsünüz?
634
Bütün Peygamberler Arap Yarımadasından Zuhûr Ettiğine Göre, Peygamber Gönderilmeyen Diğer Kıt'alarda Yaşayanları İnanç ve Amel Açısından Mes'ul Tutmak Nasıl Hak ve Adâlet Olur?
623
Osmanlı Padişahlarından Murad ve Yavuz'u Diğerleriyle Mukayese Eder misiniz?
621
Boş Kaldığımız Zaman Şeytan Çok Çeşitli Şüphe, Tereddüt ve Sıkıntılarla Hücum Ediyor. İrademiz Hislerimizin Elinde Oyuncak Oluyor ve Bu Gibi Durumlarda Masiyete Karşı Sabrımız Azalıyor, Tavsiyeleriniz?
615
Mesleğimiz İtibarıyla Çok İstediğimiz Bir İdealimiz Vardı. Kaybetmenin Verdiği Üzüntü, İçtimaî Yönümüzü Tesir Altında Bırakıyor. Bu Duruma Nasıl Mâni Olabiliriz?
615
Peygamberimiz'in Peygamberliğinin Kendi Devrine Ait ve Araplara Mahsus Olduğu İddia Ediliyor. Bu Hususu Açıklar mısınız?
613
Tevessülü Anlatır mısınız? Şer'an Caiz Olan ve Olmayan Yönleri Nelerdir?
596
Sıyamım Yok Kıyamım Yok, Gözde Yaş Gönülde Heyecanım Yok, Hizmette Görünme Riyakârlığı Mevcut...
591
Osmanlılar Hakkındaki Söylentilere Ne Dersiniz? Türkler Müslümanlığı Niçin Kabul Etmişlerdir?
587
Hz. Âdem'le Havva'dan Dünyaya Gelen Çocuklar O Zaman Evleniyorlardı. Şimdi Neden Yasak Edildi?
586
"Malınızla Canınızla Cihad Ediniz" Buyuruluyor. Halbuki Biz İmkanlarımız Nispetinde Veremiyoruz. Veremediğimizin Sebebi Nedir?
585
Neden Her Şey Ölüme Dayanıyor?
584
Biz Fetret Devri İnsanı mıyız? Fetret Devrinin Hükmü Nedir?
578
Vefat Etmiş Evliyâdan, Sağ Olan Evliyâya Nazaran Daha Çok Yardım Görüldüğü İddia Ediliyor; Bu Doğru mudur?
575
''Ruhlar Mütegayyir Olmadığına Göre Hâdis de Olamaz'' Sualine Nasıl Cevap Verebiliriz?
565

A'raf Neresidir? Hakkında Bilgi Verir misiniz?
556
Kur'ân'ın Nâzil Olan İlk Âyetinin "Oku" Diye Başlamasında Ne Hikmet Görüyorsunuz?
544
Nasıl Oluyor da Bu Din Köleliği Mubah Kılıyor?
538
"Kur'ân Olmuş ve Olacak Her Şeyden Bahsediyor" Diyorlar. Bu Doğru mudur? Doğru İse, Günümüzdeki Bir Kısım Fen ve Tekniğe Ait Meseleleri de Bunu İçinde Mütalâa Edebilir miyiz?
536
Allah Her Şeyi Yarattı, O'nu Kim Yarattı?
535
Kur'ân-ı Kerim'de Geçen "Kalb-i Selim" Kavramını Nasıl Anlamalıyız?
528
Dünyada Nelerle İmtihan Olmaktayız?
516
Son Derece Basit, Küçük ve Zayıf Bir İradeye Mukabil, Sonsuz Bir Cennet veya Cehennem'in Verilmesi Nasıl İzah Edilebilir?
516
İmama İtaatın Hükmü Nedir? Kur'an, Ulü'l-Emre İtaat Edin, Buyuruyor?
499
Bakara Sûresi 155. Âyetini Nasıl Anlamalıyız?
497
Belâlara Karşı Sabır İstemek, Zımnen Belâ İstemek Mânâsına Gelir mi?
496
Cenâb-ı Hakk'ın Huzûruna Girerken Ne Gibi Fikrî Bir Hazırlık Yapmalı ve O'nun Huzûrunda Neler Düşünmeliyiz?
488
Kuran-ı Kerim'de Hidayet-Dalâlet Kavramları Nasıl Telif Edilir?
480
Tebliğ ve İrşad Vasıtaları Olan Şeylerden Şahsi Kazanç Temini Olabilir mi?
479
İnsanların Yaptıkları Hile ve Oyunlara Aynen Karşılık Verebilir miyiz?
474
Bütün Meselelerimizi Kendisini Dinlediğimiz Büyüğümüze Sormamızda Dinin Hükmü Nedir?
473
Efendimizin İstanbul'un Fethini Müjdelemesi
470
Azrail (as) Bir Tane Olduğu Halde, Bir Anda Vefât Eden Bir Sürü İnsanın Ruhunu Nasıl Kabzediyor?
466
Cehennemin, Cehennemdeki İnsanları Terbiye Edici Rolü Var mı?
466
Cenâb-ı Hak Bizim Bu Dünyada Nasıl Hareket Edeceğimizi Biliyor. Emirlerine Uyup Uymayacağımızı da Biliyor. İmtihana Neden Lüzum Görüyor da Bizi Dünyaya Gönderiyor?
454
Allah Kâinatı Yaratmaya Neden Lüzum Gördü?
447
"Fela Üksimü Bimevakiinnücûm" Ayetindeki Yıldızların Yerlerine Kasem Edilmesinin Hikmeti Nedir?
442
Allah Kelimesi İle Tanrı Kelimesi Arasında Nasıl Bir Fark Vardır?
440
Günümüzde Bir Beldeden Bir Beldeye Gitme Orada Hizmet Etme Mukaddes Göç Sayılır mı?
432
İbadetlerden Feyiz Almak, İbâdetin Tam Olarak Yapılmasına Bağlı mıdır?
422
Allah Niçin Kullarını Bir Yaratmadı?
416
Esîr Var mıdır ve Keyfiyeti Nedir?
414
Cenâb-ı Hak Hem Bir Tane Hem de Her Yerde, İzahı Nedir?
411
Bazı Kimseler "Biz Niçin Allah'ı Görmüyoruz?" Diyorlar. Buna Nasıl Karşılık Verilmelidir?
402
Allah'a Hakkıyla Asker Olmayı, Askerlik Anlayışı İçinde Anlatır mısınız?
387
Kullar Arasında Eşitsizlik mi Var?
376
Cenâb-ı Hakk'ın Atâ Kanununu İzah Eder misiniz?
374
Günümüzde İnsanlığın Kaderiyle Oynayan Süper Devletler
373
Günah İşleyen Bir Kişi Kendi İradesine Uyarak mı Günah İşler?
370
Bir Tabii Afette Ölenlerin Hepsinin Eceli Birden mi Gelmiştir?
363
Allah (cc) Mülkü İstediğine Verdiğine Göre, Neden İnanmayanlara Vermiştir?
353


Abi, abla, şakird, cennetlik, iyi insan: Fethullah hoca cemaatindeki herkes

Alıntı:http://tr.fgulen.com/content/category/30/11/3/order,hits/50/0/

Arşın altında bir güneş  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Bahsedeceğim hadis aslında başlı başına islama inanmamak için yeterli bir sebep. Hadisin söylendiği zaman henüz dünyanın güneş etrafında döndüğünün bilinmediği zamanlar. Normal olarak insanlar güneşin dünya etrafında döndüğünü zannediyor. Bununla birlikte dünyanın yuvarlak olduğundanda habersizler.

İşte mühim soru: Muhammed peygamber diğer sıradan insanlardan farklı olarak güneşin dünya etrafında dönmediğini, dünyanın düz olmadığını biliyor muydu?

Cevap:Bilmiyordu. Bilmediği gibi dünyanın düz olduğunu, güneşin dünya etrafa döndüğünü kendince kutsal bir hava katarak söylüyordu. Hadisimizi Ebu Zerr aktarıyor:

"Güneş batarken Resulullah (sav) ile birlikte mescidde idim. Bana: 'Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu Güneş nereye gidiyor?' diye sordu. Ben: 'Allah ve Resulü daha iyi bilirler!' dedim. 'Arşın altına secde yapmaya gider, bu maksadla izin ister, kendisine izin verilir. Secde edip kabul edilmeyeceği, izin isteyip, izin verilmeyeceği zamanın (kıyametin) gelmesi yakındır. O vakit kendisine: 'Geldiğin yere dön!' denir. Böylece battığı yerden doğar. Bu durumu Cenab-ı Hakk'ın şu sözü haber vermektedir. (Mealen 'Güneş, duracağı zamana doğru yürüyüp gitmektedir. Bu aziz ve alim olan Allah'ın takdiridir' (Yasin 38). "

Görüldüğü gibi hadiste peygamber kıyamet vaktinden bahsetmektedir. Her gece dünyanın altına secde yapmaya giden güneşin, ne hikmetse bir gün secde etmesine izin verilmez ve ona geldiğin yere dön denilerek onun battığı yere gidip ordan doğması beklenir.

Yasin süresi 38inci ayet ise evlere şenlik cinsindendir. Güneşin yürümesinden kastedilen, güneşin dünyanın etrafında döndüğü fikridir ve bu yürümenin kıyamet zamanı duracağı iddia edilmektedir.

Bugünün alimleri bu hadisin batıni anlamı olduğunu söylerler. Yani hadisteki anlam bizim direk anladığımız anlam değildir diye düşünülür. Nedendir bilinmez bu hadislerin anlamlarının batıni mi zahiri mi olduğunu belirleyen kıyaslamalar hep alimlerin işine gelendir.

Geçenlerde bir arkadaşımın bana dedikleri beni çok şaşırttı. Arkadaşımın dini bütün medrese eğitimi almış dedesi ve ninesi bir türlü dünyanın yuvarlak olduğunu kabul etmezlermiş. Kimbilir belki onlara böyle bir bilgiyi öğreten zihniyetin çıkış noktası bu hadis ve ayettir.

kaynak:küttüb-i sitte Hadis No : 1681

İslami otobiyografim-4  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam, benim için din, cemaat evine çıktıktan sonra tam bir fiyasko haline geldi. İnsanların o yerlere göklere sığdıramadıkları din ve iman öyle bir hale gelmişti ki Bediüzzaman'ın tabiriyle kutarılması gereken bir şeydi artık. Fethullah Gülen Cemaat evlerinde okunan kitaplar hep imanı arttırma amacıyla okunuyordu. Öyleki keyfiyet adını verdikleri günlük toplu olarak bir saatlik dini kitap okumalar esnasında öyle her alimin yazdığı dini kitabı okumaya izin verilmiyordu. Keyfiyette okumamıza izin verilen kitaplar Fethullah Gülen'in, Said nursinin kitapları ve bunlara ilave olarak kuran ve Muhammed'in hayatıydı. Çok merak etmiştim neden öteki alimlerin kitaplarına izin verilmiyordu. O kitapları biraz okuyunca nedeni anlaşılıyordu. Gazali'nin, Abdulkadir Geylani'nin kitaplarını hafiften karıştırdım, kütüb-i sitteden 4000 civarı hadis okudum. Bu ve benzeri farklı dini kitaplardan öğrendiklerim benim kafamı dahada fazla karıştırdı. Karışıklığın nedeni Fethullah Gülen'in anlattığı islamla o eski kitaplarda yazılan islam çok farklıydı. Fethullah Gülen bir edebiyatçı edasıyla çok kısa bir şekilde yazılıp geçilecek konuları uzun uzun bu çağın islam yorumunu katarak, insanların kafasını karıştıracak konulara hiç girmeyerek, arapça-farsça kelimelerden geçilmeyen kitaplara sahipti.

Cemaatteki şakirdlerin islamın tartışmalı olduğu konulardaki aşırı bilgisizliği beni çok şaşırtmıştı. Öyleki daha islamda cariyelerin parayla alınıp satıldığını bilmiyorlardı, kurana girmeyen recm ayetini bilmiyorlardı, kadınlarında sünnet olmasının sünnet olduğunu bilmiyorlardı(Gazali'den öğrenmiştim).

Sorularıma verilen cevaplar beni hiç tatmin etmemişti. Verilen cevaplar şakirdleri tatmin ediyordu ama ben hiç tatmin olamıyordum. Sonunda bu işin daha fazla yürümeyeceğini farkettim ve yine islama inanmıyordum. Beni islamdan soğutan en büyük neden kütüb-i sitteydi. Bu kitapta okuduğum hadisler insanın aklını bayağı karıştıracak nitelikte. Öyle ki Fethullah Hoca'nın kitaplarında asla geçmeyen hadisler vardı burda ve bunların çok büyük bir çoğunluğu sahihti(doğruluğu kesindi).

İslami Otobiyografim-3  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Daha sonraki yıllarda kuran kursuna gitmedim. Namaz kılıyordum arada birde olsa. Kuranda bazen okuyordum. Orta okul ve lisede ki din kültürü ve ahlak bilgisi dersi hocalarımız, bu dersi resmen din dersi gibi işliyorlardı. Yasalara göre yasak olmasına rağmen bu derslerde bize islamın hak din olduğu, öteki inanışların ise sapkın olduğu anlatılıyordu. Öğretmenler bize hep kuran sureleri öğretirlerdi bu derste. Lisede ki öğretmenimiz olayı bir kademe daha ileri götürüp dersi Said Nursi'nin kitaplarını (risaleler) referans kullanarak anlatıyordu. Yani İslam öğretisinin üstüne birde islamın yorumu olan Nurculuk'ta ders müfredatımıza girmişti.

Lise yıllarında bazı konuları öğrendikten sonra kafam karışmaya başladı. İslamdan hiç şüphem yokken, İslama inanmayanların cehennemde yanacağını ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Nasıl olurda Allah kendi kullarını ateşlerde yakar. O güne kadar bana Allah'ın hep bağışlayıcı olduğu öğretilmişti. Allah insanların iyiliğini isteyen, onlara yardım eden sınırsız kudret sahibiyken nasıl olurda İslama inanmayanları ateşlere atabilirdi. Bunu bir türlü anlayamamıştım. Biraz düşününce anladığım bir şey daha vardı o yıllarda. İnsanlar hep ebeveynlerinin öğrettiği dine inanıyorlardı, bu sebeple onların kendi başlarına düşünüp hakikati bulması hiçte kolay değildi. Din değiştirmek bu kadar zor iken niye Allah onları yaksın. Nedense bunları düşünürken İslamın hak din olduğundan çok emindim. Bana islam hakkında anlatılanlar çok mantıklı geliyordu. Yahudiler, Hristiyanlar hata yapmışlardı ve Allah onların kutsal kitaplarını korumamıştı ama İslam ebediyen bozulmadan kalacaktı. O kadar cahilmişim ki İslam'dan sonra çıkan tek tanrılı dinlerin olduğundan bile bihaberdim.

Sonra Allah'ın herkesi cennete koyacağını düşündüm. Cehennem sanki Allah'ın insanları kötülük yapmasınlar diye söylediği bir şey olarak algılıyordum.


Lise ikideyken geceleri hiç uyuyamıyordum aklıma hep din ve ölümle alakalı şeyler geliyordu. O yıl dinlere ve Tanrı'ya inanmamaya başladım. Çok inanmak istiyordum ama o cahil halimle bile bu kadar kompleks dinlerin insan icadı olduğunu düşünmeye başladım. O yıl ateist olmuştum . Bu yeni durumumun beni hiçliğe sürüklediğini farketmiştim.

Nasıl oldu pek hatırlamıyorum ama lise üçte tekrar inanmaya başladım İslama. İnanmamın ana nedeni şuydu: islamı çürütecek hiçbir neden bulunamayacağı gibi onu çok kesin olarak ıspatlayacakta hiçbir neden yok. Eğer bunlardan biri olsaydı ya herkes inanırdı yada hiç kimse inanamazdı. Böyle olması durumunda bu dünya imtihan dünyası olamazdı. Böyle bir düşünceyle beraber artık yeniden müslümandım.

Benim bu din konusundaki ani değişen düşüncelerim neyseki Öss'ye hazırlanmamı etkilememişti. Belki de fazla düşünmemek için üniversite sınavına odaklanıyordum o yıl. Öss'de beklediğim başarı gelmişti. ÖSS sınavında binde birlik yüzdelik dilime girerek hayatıma yeni bir anlam kazandırmıştım. Üniversite benim için çok büyük bir anlam taşıyordu.

Din konusu aklımda hala tam olarak netleşmemişti. Üniverisitenin ilk yılında şu meşhur Fethullah Gülen cemaatinden arkadaşlarım olmuştu. Sürekli olarak beni cemaat evlerine davet ediyorlardı ama ben ben hiç gitmiyordum. Onların tavırlarındaKİ müthiş yapmacıklığı daha o zamanlarda farketmiştim. Kendilerini iyi gösterebilmek için çok garip davranıyorlardı. Fethullah Gülen tarafından örümcek ağı olarak tarif edilen bu ağlara bende düştüm sonunda. Aslında onların isteğinden çok ben bilinçli olarak o ağa girmiştim. Malum hala cevap bulamadığım sorular vardı ve bu sorularım her geçen gün artıyordu. Bu soruları işi bilen din ehli insanlara sormak çok yerinde olur diye düşünüyordum.

İslami otobiyografim-2  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Namazı kıldırtma konusunda hocamız bayağı ciddileşmişti. Bir gün camide kuran ouma sırasındayken benden önceki talebeyle olan diyaloğu hala aklımdadır.

Hoca:"Dün sabah namazını kıldın mı?"
Talebe:"Hayır"

Bunun üzerine hoca sopasıyla çocuğun eline vurdu.

H:"Öğle namazını kıldın mı?"
T:"Evet"
H:"İkindi namazını kıldın mı?"
T:"Hayır"

Hoca sopasıyla tekrar çocuğa vurdu.

H:"Akşamı?"
T:"Evet"
H:"Yatsıyı?"
T:"Hayır"

Tekrar sopa sesi.

Sonra sıra bana geldi. Çok korkuyordum. Acaba aynı soruları bana da soracak mıydı? Kuran ödevimi okudum ve beklenen oldu.

H:"Dün sabah namazını kıldın mı?"

Bu soru karşısında nasıl olduysa verdiğim cevap benim olayı sıfır sopayla atlatmama neden oldu.

"Bütün vakitleri kıldım"

Korkuyla dediğim bu yalan cevap işe yaramıştı ve hoca muhtemelen benim yalan söylediğimi anlamamıştı.

İslami Otobiyografim-1  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Haziran ayının ortalarında 1988 yılında dünyaya gelmişim. Ailem muhafazakar sünni-türkmen tipik bir anadolu ailesi. Daha bebekken ilk söylediğim kelime Allah. Annemin bana öğrettiği ilk kelime. Tabi daha sonra namaz, oruç, peygamber, ölüm, cennet, cehennem vs. bir çok şeyi öğrendik. Anneme daha 4-5 yaşlarındayken dinle ilgili çok zor sorular sorardım. Babamla pek dini konuları konuşmazdık. Sadece beraber, teravih namazlarına ve bayramlarda bayram namazına giderdik. Birde bizim o bölgede bayram namazından sonra mezarlığa gidilip ölmüşlere dua edelir. Adetten dolayı bizim ailenin bütün erkekleri o gün mezarlığa giderdi. Kadınlar mezarlığa gelmezdi. Ailem bana dini konularda pek baskı yapmazdı ama eğer kız olsaydım tavırlarında çok büyük değişiklik olacağınında farkındayım. Benim kız kardeşim yok. Amca, hala vesairelerimin kızlarına yapılan baskı ise daha küçük çocukken benim dikkatimi çekmişti.

İlkokula başlayacağım yaz daha okuma yazma bilmezken benden yaşça büyük arkadaşlarıma özenip kuran kursuna gitmek istemiştim. Eve gelip bu isteğimi anneme söylediğimde çok sevinmişti. Hemen bir elifba bulup caminin yolunu tutmuştum içimdeki büyük heyecanla. Camiye gittiğimde hoca bana bir kalfa verdi. Kalfanın görevi bana elifbayı öğretmekti ama bizim kalfa bana öğretmeden direk sormuştu arap alfabesini. Vav harfine 9 dediğimde önce gülmüştü sonra kızmıştı bana. Daha sonra hoca bana elifbanın ilk 4-5 harfini ödev vermişti ama kimse bana o harflleri nasıl ezberleyeceğimi söylememişti. Annemin elifba bilmesi o gün o harfleri ezberlememe yardım etmesi beni rahatlatmıştı. Ertesi gün camiye gittiğimde bana ödevimi hocaya okumak için sıraya girmem gerektiğini söylediler. Sırada onlarca çocuk vardı. Sıradaki çocukları göz ucuyla takip ederken hocayı gördüm. Ama anormal olan birşey vardı: hocanın elindeki en az bir metrelik kalın bir sopa. O sopayı görmek bende bir tedirginlik yaratmıştı ki, ödevini yanlış okuyan çocuğun eline vurulan sopayla gelen ağlama sesi korkudan kollarımın ve bacaklarımın titremesine sebep olmuştu. Sıra bana yaklaştıkça daha da korkuyordum ve başka çocuklarında ağlama seslerini işitiyordum. Nihayetinde sıra bana gelmişti. Gözlerim dolmuştu. Neyseki bana verilen ilk ödevi biraz zorlansamda başarıyla okuyuvermiştim. Bunun üzerine Hoca bana yeni ödev verdi. Fakat bir daha gitmedim o camiye.

Daha sonraki yıllarda tekrar kuran kursuna gitmeye başladım. Aradan 2-3 yıl geçmişti. Babam ve amcamın isteğiyle bizim dükkanın ordaki sanayi camisine başladım. Normal çocuklar her gün 3-5 satır ödev alırken ben 1 sayfa ödev alıyordum. Hocadan daha fazla vermesini istiyordum ama vermiyordu acele edersen iyi öğrenemessin diye. Yaz kuran kursu ikibuçuk ay civarı sürüyordu. İlk yaz 1 ay eksik gitmeme rağmen kurana geçmiştim. Babamın vaadi vardı kurana geçersem bisiklet alacaktı. Kısa sürede kurana geçmem babamın hesaplarını bozmuştu. Önce ertelemek istedi ama sonra ısrarlarıma dayanamayıp almıştı bisikleti. O Yazdan sonra 3 yaz daha gittim kuran kursuna. Aklımda kalan bana ilk sene kalfalık edenlere kalfalık ediyordum ve onlar bu duruma çok bozuluyorlardı. Onları okuturken hatalarını söylemem çok zorlarına gidiyordu. Bir yıl hoca bana 10'a yakın talebe vermişti. Ne yalan söyleyeyim o yaşta böyle şeyler çok onur verici şeylerdi bizim camideki çocuklar için.

Caminin hocasını pek sevmiyordum. O da öğrencilere dayak atardı. Fakat yinede çok abatılı bir şekilde dövmezdi. İlk yaz olsa gerek bana namaz kılıp kılmadığımı sormuştu. Bende kılmadığımı söylemiştim. Namaz kılmayıda bilmiyordum. Sonra bana namaz öğreten bir kitap hediye etmişti. Namaz kılmanın öneminden falan bahsetmişti. Sonraki günler sık sık bana o kitabı okuyup okumadığımı soruyordu. Bu sebeple o kitabı okuyup öğrenmiştim namaz kılmasını. Namaz kılmasını öğrendiğimi hocaya söylediğimde bana artık namaza başla dedi. Tabi aynı şeyi başka talebelerede diyordu.

Şiir yazdım!!!  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Bu şiirim hoşunuza gitmeyebilir, estetik özelliklerden yoksun bulabilirsiniz ama şiirden hiç anlamayan ben siz değerli kardeşlerime şiirimi sunmaktan onur duyuyorum.
Saygılarımla


Suçsuzdu suçlular aslında
Suçu güçlüler ilan etti.
Suçluydu suçsuzlar aslında
Güç, suçluyu suçsuz etti.

Suçlular yalancı değildi aslında
Hakikati güçlüler ilan etti.
Yalancıydı suçsuzlar aslında
Güç, suçsuzu yalancı etti.

Kölenin Köleleştirilen Çocukları  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam'da köle alıp azad etmek Hz. Muhammed ve halifeler zamanında sık rastlanılan bir durumdur. Bunun başlıca nedeni köle azad etmenin karşılığında Allah'ın azad edene vereceği yüklü sevaba olan inançtır. O zamanlarda zaten ortalıkta azad edebilmek için bolca kölede vardı çünkü yapılan savaşlarda bolca ganimet elde ediliyordu. Köle ve cariyelerde bu ganimetlerin bir parçası sayılıyordu.

Zübeyr İbnul Avvam'da Allah rızası için bir köle alıp azad etmiş Rebia İbnu Ebi Abdirrahman'ın rivayetine göre: "Zübeyr İbnul Avvam (ra) bir köle satın aldı ve onu azad etti. Bu kölenin, hür bir kadından oğulları vardı. Hz. Zübeyr: "Oğulları benim mevalimdir" dedi. Annesinin efendileri: "Hayır, onlar bizim mevalimizdir" dediler. Bunun üzerine davaları Hz. Osman (ra)'a intikal etti. O, vela'nın Hz. Zübeyr'e ait olduğuna hükmetti"(1). Hadise gerçekten çok garip. Zübeyir köle satın alıyor ve onu azad ediyor fakat nedense azad ettiği kölenin zaten özgür olan çocuklarını köle olarak istiyor. Anlaşmazlık çıkınca olay İslam halifesi Osman'a gidiyor. Sonuç içler acısı; zaten hür olan çocuklar islam halifesinin onayıyla babalarını azad eden Zübeyir'in köleleri oluyor.

Bugünün adelet anlayışıyla kıyaslandığında gerçekten çağdışı bir durum. Kölelik bir yana ortada ne savaş ne de başka bir durum varken neden çocuklar köle edilir?

(Ben Zübeyir'in yerinde olsaydım tek tek o çocuklarıda azad ederdim. Bu şekilde köle azad etmekten gelen sevabı misli misli arttırırdım.)




(1)kaynak:kütüb-i sitte hadis no:4164

Hz.Muhammed'in hayvan sevgisi  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Muhammed peygamberin kedi, karınca, deve gibi hayvanları sevdiği kaynaklarda çok açık bir şekilde görülüyor. Fakat ilginçtir ki bazı hayvanlar Onun bu hayvan sevgisine layık görülmemiş. Bu hayvanlardan bulduklarım: Karga, çaylak, akrep, sıçan, kelb-i akur (yırtıcılar), yılan, keler(kertenkele, bukalemun, iguana ve varan gibi surungenleri icine alan grup) ve köpek.

Beni çok güldüren aynı zamanda da düşündüren hadiseyi Ebu Hureyre naklediyor:"Resulullah (sav) buyurdular ki: 'Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır' "(1). Gerçekten vahim bir durum Tanrı'nın yarattığı o güzel hayvanlar bizim sevap kazanma oyuncağımız haline gelmiş. Ne kadar kısa denemede öldürürsek o kadar çok sevap geliyormuş.

Bir başka hadisi İbnu Mesud aktarıyor:"Resulullah (sav) buyurdular ki: "Yılanların hepsini öldürün. Kim yılan(ın intikam alacağın)dan korkarsa, benden değildir."(2). Peygamver çok açık konuşuyor. Yılanları öldürmeyi emrediyor, korkulması halinde ise direk dinden çıkıyorsunuz.

Sıradaki hayvanımız köpek. İnsanlık tarihi boyunca insanlara sadakatiyle tanıdığımız köpekler eğer av veya çoban köpeği değillerse peygamberin emriyle öldürülüyorlar. İbnu Ömer aktarıyor:"Resulullah (sav) av veya koyun veya çoban köpeği hariç diğer bütün köpeklerin öldürülmesini emretti." İbnu Ömer (ra)'e: "Ebu Hüreyre, "Veya ekin köpeğini de diyor!" denilmişti, bunun üzerine: "Onun ekini var da ondan!" cevabını verdi ve ilave etti: "Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz, hepsini öldürürdük. Hatta biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile öldürdük"(3).

Merak ediyorum acaba bugünkü müslümanların ne kadarı bu hadislerden haberdar? Acaba bilseler karga, köpek, kertenkele avına çıkarlar mı?

(1)kaynak:kütüb-i sitte Hadis No : 4935
(2)kaynak:kütüb-i sitte Hadis No : 4930
(3)kaynak:kütüb-i sitte Hadis No : 4936

Kuran'a eklenmesi unutulan recm ayeti  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kuran'ın Allah tarafından korunduğu, onun tek harfinin bile değiştirilemeyeceği çok açık şekilde bütün İslam alimleri tarafından söylenegelen şeylerdir. Hatta onun bu özelliğiyle de İncil ve Tevrat'tan üstün olduğu söylenir. İslami inanışa göre önce gelen bütün kutsal kitaplar tahrip olmuştur fakat Kuran ilelebet bozulmadandeğişmeden kalacaktır. Kuranın değişmediği bozulmadığı ile ilgili iddiaları çürüten şahıs ise çok ilginçbir isim:HZ: ÖMER

Hz. Ömerin sözlerini aktaran İbnu Abbas bakın neler demiş:"Hz. Ömer (ra)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Teala hazretleri Muhammed (sav)'a hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitaba indirdi. Bu indirilenler arasında recm ayeti de vardı! Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resulullah (sav) zina yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkara sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalalete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübüt bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teala' nın kitabına ilavede bulundu" demeyecek olsalar, recm ayetini (Kitabullah'a) yazardım.(1)" Gerçekten ilginç ki Allah tarafından gönderilen bir ayet Kuran da yer almıyor ve Hz.Ömer insanlar kendisinin bildiği bir ayeti insanlar Kuran'a ekleme yapmış demesinler diye eklemiyor.

Bu olayı ilk okuduğumda çok şaşırmıştım. O hep Kuran'ın bozulamayacağı iddiası resmen Hz. Ömer tarafından çürütülmüştü. Yine de olayı iyice öğrenelim diye bir bilene danıştım. Danıştığım arkadaşım İslam üzerine bayağı kafa yoran, düşünen biridir. Bu olayı O da ilk defa duymuştu. Bana verdiği cevap hala aklımda:"Allah'ın bir bildiği vardır".


(1)kaynak:kütüb-i sitte Hadis No : 1577

Hz. Muhammed ve Türkler  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Hiç merak ettiniz mi Hz. Muhammed Arap olmayan öteki halklar hakkında ne demiş. Muhakkak ki birşeyler demiştir diyor insan. Hele birde Müslümansanız ve Türk'seniz merakınız daha da artıyor. Zira, tarihimize baktığımızda Türklerin İslama yaptığı hizmet hiçte azımsanacak gibi değildir. Bir Selçuklu Devleti, bir Osmanlı İmparatorluğu İslam için azımsanacak şeyler değildir. Üzülerek demek isterim ki Türkler peygamber zamanında hiç sevilmiyor. Allah tarafından lanetlenmiş sapkın bir kavim olarak görülüyor. Öyle sapkın bir kavim ki peygamber müslümanların Türklerle karşılıklı birbirilerini öldürmedikçe kıyametin kopmayacağını söylüyor. Acaba neden Türklere ve İslamdan bihaber olmuş diğer kavimlerin kafir ilan edildiğini merak ediyor insan Bunun birkaç nedeni var. Bir neden İslam'a göre Allah bir halkı saptırdığı zaman çoluk çocuk demeden toplu şekilde saptırıtırıyor. Yani dünyaya geldiğinizde eğer kafir bir ailenin çocuğuysanız sizde kafirsiniz. Böyle bir şeyi kendi mantığına oturtamayan müslümanların peygamberden aldıkları cevap ilginçtir: "Allah onları yarattığı zaman ne yapacaklarını iyi biliyordu"(1). Yani insan zaten kafir olmayı tercih etmiş diye kafir ana babaya sahip oluyormuş.
İşte Türklerde İslama göre o devrin kafir halklarından biri. Öyle kafir bir kavim ki peygamber onlar hakkında hiç iyi bir şey demiyor. Tek dediği şey onlarla savaşmassanız kıyamet kopmaz. Gelecek hakkında binlerce şey diyen peygambere, malesef Allah Türklerin geleceği hakkında iyi bir vahy göndermemiş.

(1)kaynak: Kütüb-i Sitte, Hadis No : 4830

İslam, değişim, kriz  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam, hakikaten büyük medeniyet. Uğruna ne canlar verilmiş. Öyle bir medeniyet ki, bu dünyaya yüklediği anlam fevkalade etkileyici. İnsanların bu dünyaya bir sınav için gelmesi ve bu sınavın sonunda Allah'ın takdiri ile iyilerin Cennet'e kötülerin Cehenneme gitmesi. Tabiki dünyaya bihaber olarak gelen insan böylesine yüce bir düşüncenin bir parçası oluyor ve bu inançın gösterdiği yolda iyi bir insan olmaya çalışıyor. Ne güzel ki bu insanlar bu hayata bir anlam yükleyebilmişler. Fakat küreselleşme çağında işler o kadar kolay işlemiyor. İslamda ona inanmayanların inkarcı, kafir olarak nitelendirilmesi bugünkü toplumda işleri zorlaştırıyor. İslam kendisine inanmayanları kötü insanlar olarak telkin etmesi ona inanların işlerini zorlaştırıyor. Çünkü İslamın müminleri inanmayanlarında aslında kendileri gibi iyi sıfatlar taşıdığını ve kendilerinden pekte farklı olmadığını görüyor. Onlarda ailelerinden gördükleri dini inançları devam ettiriryor, İslama inananlarda. Birçok müslüman farkındamıdır değilmidir bilmiyorum ama eğer İslamdan haberdar olan biri ona inanmamışsa doğrudan Cehenneme gider. Eski İslam alimlerinin din üzerine yazdıkları eserlerde bu böyledir ve bu eserlerde sık sık inanmayanların kafir olmasından bahsedilir. Fakat gelgelelim bugünün alimleri kafir kelimesini çok kullanmaktan çekinirler. Bunun nedeni kafir dediğin kişi kafir değilse sen kafirsin diye aksettirilsede asıl nedeni küreselleşmeyle gelen kültürel emperyalizmdir. Bu devirde, geçmişe kıyasla insanlar kültürel açıdan gitgide birbirilerine benzemektedirler. Tabi bu benzeşme din, iman vs. sınır tanımıyor. Hz. Muhammed örneğin yaptığı her davranışta yahudilerden, müşriklerden farklı olmaya çalışırken, bugünün insanları birçok kültürel faaliyeti aynı biçimde yapmaktadırlar. İş böyle olunca ötekilere kafir demek zorlaşıyor. Fethullah Gülen bu konuyla ilgili iyi bir örnektir. Şahsının yazdığı eserlerde kafir kelimesi neredeyse hiç geçmez ve sadece insanların imanını arttırmayı amaçlar çünkü bu devir üstadı Bediüzzaman Said Nursi'ye göre "tarikat devri değil imanı kurtarma devridir". Bediüzzaman haklıdır. Bu devirde imanı korumak hiçte kolay değildir. Hele birde düşünen, okuyan, araştıran bir insansanız. Her türlü bilginin çoğalması, bilgiye ulaşmanın kolaylaşması bugün İslam ve bütün dinler için büyük bir tehlikedir. Çünkü bu bilgi bombardımanı konusunda insanlar İslamı sorgulayabilirler. Bu biligi bombardımanı altında Türkiye'ye bakarsak aydın sayılabilecek insanların birçoğu dinlere inanmamaktadır. Ahmet Hakan en yeni örneklerdendir. Kendisi Kanla7deki yayın hayatından sonra farklılaşmıştır. Her ne kadar İslama inanmadığını açık açık demesede, köşe yazısında kendisini her türlü dinsel kimlikten soyutladığını demektedir.
İnanmak hakikaten zor iş. Hele birde okuyup araştırıyorsanız.
Tavsiyem okuyun,okuyun,okuyun ama gidipte hep aynı zihniyeti yansıtan kitaplar okumayın. Okuduğunuz kitaplar birbirinden farklı düşünceleri yansıtsınki kıyaslayabilime şansınız olsun.

İnançları sorgulamak  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Farkındamısınız bilmiyorum. Yaşadığımız dünya ne kadarda gizemli. Bilinmeyen o kadar şey var ki, İnsanlık Tarihine baktığınızda hep bu gizemlilik çözülmeye çalışılmış. Herkes kendi çevresine göre belirli bir kültür oluşturmuş ve sorular, bilinmeyenler bir şekilde yanıt bulmuş. Bu bilinmezlik içinde dünyadaki en renkli coğrafyalardan biri de Ön Asya bölgesi. Semavi dinler olarak geçen Musevilik, Hristyanlık, İslam bu coğrafyalarda ortaya çıkmış ve başarılı da olmuştur. Musevilik daha içe dönük bir milli bir din olması hasebiyle farklı toplumlara yayılamamışken, Hristiyanlık ve İslam farklı coğrafyalara yayılmayı başarabilmiştir. Şüphesiz bu dinler insanların sorularına kafa karışıklığına getirebildiği cevaplar o toplumları ikna edici nitelikteydi.
Fakat bugün İnsanlık Tarihi çok büyük değişimler geçirmiş ve dinler sorgulanabilir hale gelmiştir. Tabiki dinlere inanıp inanmamak bir vicdan işidir insanlar kendi iradeleriyle düşünüp neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermelidir. Fakat teoride olması gereken şey pratikte kolayca gerçekleşmez. Aile denilen yapı içinde yetişen bireyler aileye her alanda muhtaç olduğu gibi inanç alanında da muhtaçtır. Müslüman bir aileden çıkan bireyin müslüman olması, ateist ebeveynlerin çocuklarının ateist olması tesadüf değildir. Nitekim dinlerin de kültürel bir boyutu vardır ve bunlar yaşanılan çevreyle elde edilen şeylerdir. Açıkçası böyle bir şeyin varlığından haberdar olmak bile insanın kendini sorgulamasının bir nedenidir. Gariptir ki insanlar böyle birşeye pek yanaşmazlar. Doğru olan hep kendileridir, başkaları hata yapar hep. Bu siyasi düşüncede de böyledir, dini inançlarda böyledir, çocukken yaptığımız mahalle kavgalarında da böyledir.