2 eli, 2 ayağı olmayan hırsız!  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Hırsızlık tarihin en eski mesleklerinden biridir. İnsanlar ihtiyaçlarını farklı yöntemlerle birlikte çalıp çırparak, yağmalayarakta giderebilmektedirler. Mesela Türklerin Çinlilere karşı yaptıkları yağmalamalar, en bilinen hırsızlık örneğidir. Tabi Türklerin o zaman Çinlilere karşı yaptığı temelinde çalma olan bu aktivite toplu şekilde gerçekleştiriliyordu ve gayette meşru görülüyordu. Çünkü herkesin yaptığı bir şey yanlış, ayıp olamazdı.

Hırsızlığın bir de bireysel olarak yapılanı var. Bahsedeceğim hadiste bireysel çalışan bir hırsız kardeşimiz hakkında. Cabir aktarıyor:

"Resulullah (sav)'a bir hırsız getirilmişti. "Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam sadece çaldı" denildi. Bunun üzerine "Öyleyse (elini) kesin!" dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi. Yine: "Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam hırsızlık yaptı" dendi. Bunun üzerine "Öyleyse kesin!" dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü sefer getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber: "Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam hırsızlık yaptı" denildi. Bunun üzerine: "(Sol elini) kesin!" diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler. "Öldürün onu!" buyurdu. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü, bu adam hırsızlık yaptı" dediler. Bunun üzerine "(Sağ ayağını da) kesin!" diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getiririldi. Hz. Peygamber (sav): "Öldürün onu" diye emretti. Hz. Cabir (ra) der ki: "Adamı götürüp öldürdük. Sonra sürüyerek götürüp bir kuyuya attık. Üzerini de taşla doldurduk." "(1)

Garip olan nokta, 2 eli 2 ayağı kesilmiş hırsız nasıl hırsızlık yapmayı başarmış. Birde niye hep peygamber önce "öldürün" diyor, anlayıp dinlemeden.


(1)Kaynak:kütübi sitte/Hadis No : 1619/ Ebu Davud, Hudud 20, (4410); Nesai, Sarik 15, (890,91)

Ali'nin mantıklı recm uygulaması  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam'da recm cezasının uygulanması konusunda Hz.Ali çok güzel bir yöntem bulmuş. Yöntem, mantıksal açıdan sorunlu olsada, Ali olayı en mantıklı şekilde gerçekleştirecek yöntemi bulmuştur. Şa'bi aktarıyor:

"Hz. Ali (ra), kadını recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resulullah (sav)'ın sünneti ile de recm tatbik ettim." "(1)

Olayın mantıksızlığı aynı suça kuran'da farklı, peygamberin sözlerinde farklı cezaların öngörülmesidir. Ali ise en mantıklısını yapıyor kendince önce bi güzel dövüyor, sonrada öldürüyor.


(1)Kaynak: Buhari, Hudud 21

İslam'dan dönenlere müjde!  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Süleymaniye Vakfı'nın internet sitesinde bir yazı varki dinde reform niteliğinde. 4 mezhep tarafından kabul edilen dinden dönenin kellesinin vurulması hadisesi bu vakfın iddiasına göre geçersizmiş. Demekki sünnilikte toz kondurulamayan 4 mezhebin alimlerinin hepsi hata yapmış. Bu nasıl bir hataysa, hatanın sonucunda insanlar öldürülmüş. Neyseki müslümanların imdadına süleymaniye vakfı yetişmişte dinden dönenleri böylesine yanlış bir uygulamadan kurtarmış.

Bana göre süleymaniye vakfının yaptığı bu şey dini kendi mantığına oturtma girişimidir. Çünkü mantığa uymayan uygulamalar dinden ancak çıkarılırsa insanlar o dine inanmaya devam eder.

Siteden kopyalayıp yapıştırıyorum:

Dinimize göre, dinden dönenler yani mürted olanlar öldürülmeli midir?


Mezhepler, dinden dönen, Peygambere söven veya hakaret eden kişilerin öldürülmesi konusunda ittifak etmişlerdir[1]. Dinden dönüp kâfir olanlarla ilgili olarak şöyle buyrulmuştur:

“Ey imân edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine bir toplum getirir; o onları sever, onlar da onu severler. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı sert olurlar. Allah yolunda savaşa atılır, kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah'ın vergisidir, onu dileyene verir. Allah’ın imkanları geniştir, her şeyi bilir..” (Mâide 5/54)

Mukatil b. Süleyman’ın (öl. 150/767) bildirdiğine göre 12 kişi Müslüman iken kâfir olmuşlar, düşünceli bir şekilde Medine’den çıkmış, Mekke yolunu tutmuşlar ve Mekke kâfirlerine karışmışlardı. Sonra içlerinden Haris b. Süveyd pişman olup geri döndü ve kardeşi Cülâs’a haber gönderdi: “Ben tevbe ederek geri döndüm, Peygamberden öğren bakalım, tevbeye hakkım var mı, yoksa Şam’a gideyim, dedi. Cülâs durumu Peygamberimize bildirdi ama cevap alamadı. Sonra şu ayetler indi[2]:

“İnandıktan sonra kâfir olan bir toplumu, Allah hiç yola getirir mi? Üstelik onlar o Elçi’nin doğru olduğuna şahit olmuşlar ve kendilerine açık belgeler de gelmiştir. Allah zalimler topluluğunu yola getirmez.

Onlar var ya, onların cezası; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir.

Sürekli o lanet içinde kalırlar. Sıkıntıları hafifletilmez; onlara göz de açtırılmaz.

Olup bitenden sonra tevbe edip durumunu düzeltmiş olanlar başka. Çünkü Allah çok bağışlar ve ikramı boldur.” (Al-i İmran 3/86-89)

Demek ki, dinden dönüp kâfir olanın cezası, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetidir. Tevbe eden olursa lanetten kurtulur. Hüküm bu olduğu halde mezheplerin, dinden döneni öldürme konusunda ittifak etmeleri şaşırtıcıdır. Hanefilerin bu konuda dayandıkları âyet şudur:

“Çöl araplarından geride bırakılanlara de ki: “Siz çok güçlü bir topluma karşı çağrılacak, onlarla savaşacaksınız veya teslim olacaklardır. Eğer emre boyun eğerseniz Allah size güzel bir karşılık verir. Bundan önce yüz çevirdiğiniz gibi yine yüz çevirirseniz sizi acıklı bir azaba uğratacaktır.” (Fetih 48/16)

Bu ayetin “onlarla savaşacaksınız veya teslim olacaklardır.” bölümünü, dinden dönenin öldürülmesinin delili sayılmıştır[3]. Bu ayetten böyle bir hüküm çıkarmak imkânsızdır.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Vehb’ez-Zuhaylî, el-Fıkh’ul-islâmî ve edilletuh, 3. bas. Dımaşk 1409/1989, c. VI, s. 184, hadd’ur-riddeh.

[2] Tefsîru Mukatil b. Süleyman, Tahkik: Ahmed Ferîd, Beyrut 1424/2002, c. 1, s. 180-181.

http://www.suleymaniyevakfi.org/modules/fetvalar/index.php?cat_id=50#338
[3] el-Kâsânî, el-Bedâiu’s-sanâi’, c. VII, s. 111.

Peygamberin Ölüm Fermanı  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Peygamberin adaleti konusunda din alimleri tarafından aktarılanların hep tek taraflı olduğunu düşünüyorum. Var olan milyonlarca hadisten, hep kendi mantıklarına, adalet anlayışlarına uygun olanlar seçilir ve insanlara anlatılır. Burada aktaracağım hadis hiçbir islam alimi tarafından aktarıldığını işitmedim. Hadis, peygamberin cariyesine temas ettiği söylenen bir adam hakkında. Enes aktarıyor:

"Bir adam, Resulullah (sav)'ın ümmü veledine temas etmekle itham edilmişti. Resulullah (sav), Hz. Ali (ra)'ye : "Git boynunu vur!" diye emretti. Hz. Ali, adama geldiği vakit, onu bir kuyunun içinde (yıkanıp) serinliyor buldu. "Çık dışarı!" diyerek elinden tutup kuyunun dışına çıkardı. Hz. Ali, adamın mecbub (burulmuş) ve tenasül organından mahrum olduğunu gördü. Artık ona dokunmayıp, durumu Hz. Peygamber (sav)'e haber verdi. Resulullah, onu, davranışı sebebiyle takdir etti."(1)

Peygamber, cariyesine taciz edildiği söylenen adama karşı öfkeyle hareket etmiş anlaşılan. Kolay değil çünkü cariyeye taciz edildiği söyleniyor. Normal bir insanın düşüceği hataya peygamber nasıl düşer garip doğrusu. Ortada delil yokken nasılda Ali'ye "git öldür!" diye emir verir. Zavallı adamın neyseki cinsel organı zaten kesikmiş. Yoksa emiri büyük yerden almış Ali'nin kılıcından kurtulması pek olası görünmüyor.

Kaynak(1):kütübi sitte/Hadis No : 1590/ Müslim, Tevbe 59, (2771)

Kabil'in Dramı  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İlk insan ve ilk peygamberimiz olan Hz. Adem'in oğlu Kabil, ilk kanı akıtmıştı. Öldürmüştü kardeşini hiç acımadan. Sonra pişman olmuştu ama nafile. Kabil'in durumu hakkında bakın Muhammed peygamber ne demiş:

"Yeryüzünde haksız yere öldürülen bir insan yoktur ki katilin günahından bir misli Hz. Adem'in ilk oğluna (Kabil'e) gitmemiş olsun. Çünkü o, haksız öldürme yolunu ilk açandır."

Kabil'in durumu hakikaten çok zor. Adamcağız her katilin günahı kadar günah alıyormuş. Çünkü ilk kanı o akıtmış. Bugünün dünyasında hukuken böyle bir şeyin olduğunu düşünsenize.

Bir adam cinayet işliyor. Sonra hapse giriyor, cezasını görüp çıkıyor. Kimseyi de adam öldürmeye teşvik etmiyor. Sonra yaşı belkide 25-30'a gelmiş yetişkin çocuklarından biri de katil oluyor adamın. Ve sonra çocukla birlikte daha önce hapse girmiş olan adamda hapse atılıyor. Çocuğun suçu katil olmak, babanın suçu ilk cinayet işleyen kişi olmak.

Bana göre bu durum o zamanki toplumun hukuk anlayışının gelişmemesisinden kaynaklanıyor. Peygamber muhtemelen böyle bir şeyin çok adil olduğunu düşünüyordur.


Kaynak:kütübi sitte/ hadis no:4914 / Buhari, Diyat 2, Enbiya 1, İ'tisam 15; Müslim, Kasame 27, (1677); Tirmizi, İlm 14, (2675); Nesai, Ta

Gazali:"Kadın sünneti, sünnettir."  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kadın sünneti, kadınların cinselliğini ve cinsel duygularını ortadan kaldıran ölümlerle bile sonuçlabilen akıl mantık dışı bu uygulamadır. Bu uygulama erkeklerin sünnetinden farklıdır. Erkek sünneti cinsel organa çok büyük bir zarar vermezken, kadın sünneti kalıcı tahribata neden olmaktadır.

Bilindiği üzere kadın sünneti bizim ülkemizde pek görülmemiş bir durumdur. Fakat Afrika civarında kadın sünneti bir islam öğretisi olarak uygulanmaktadır. Olayın vahşetine rağmen, o bölgelerdeki insanlar, kadın sünnetini inanç ekseninde yaptıkları için olayın tehlikesi pekte umursamamaktadırlar. Nedense bugunkü islam alimlerimiz bu konuya yeterli bir açıklama getirmiş değiller(varsada ben bilmiyorum). Söylenen tek şey kadın sünnetinin hurafe olduğu, dine sonradan sokulduğudur.

Kadın sünneti konusunda hadis bulunmaktadır. Peygamber Muhammed çok açık bir şekilde kadınların sünnet olmasını nasihatlemektedir. Fakat hadisin sahih hadis olarak görülmemesi, akıl-mantığada uymamasıyla birleşerek hiç öyle bir hadis yokmuş gibi davranılmasına yok açmaktadır.

Kadın sünneti konusunda sadece sahih olmayan bir hadis olduğunu zanneden ben, Gazali'nin Kimyayı Saadet adlı o büyük başyapıtında da aynı şeyi görünce böyle bir şeyin dinde olduğuna dahada ikna oldum. Çünkü Gazali islam için çok önemli bir dönüm noktası olduğu söylenen, ele avuca sığdırılamayan bir islam alimidir. Şöyle diyordu Gazali:"Sünnet, kadına da erkeğe de sünnettir."

Artık yorum sizin. Böyle çağ dışı bir uygulamanın dinde yeri var mıdır yokmudur. Siz karar verin.

Mutezile hakikat mı, sapkınlık mı?  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam diğer dinlerde olduğu gibi kendi içinde farklı mezhepler, farklı öğretiler içermektedir. Bu farklı görüşlerin ortaya çıkması İslam'ın da bir kültür olmasından kaynaklanmaktadır. Dünya'ya baktığınızda insanların hep birbirilerinden farklılaştığını görebiliriz. Bu farklıaşmanın sonucunda nasıl ki farklı diller, farklı toplumsal değerler oluşuyorsa farklı dinlerde oluşmaktadır. Ve yine dinlerde insanların o hep yaptıkları farklılaşmaya uygun olarak kendi içinde bile farklı görüşler ortaya çıkarmaktadır.

Hanefi, Şafi, Hanbeli ve Maliki mezhebi sünniliğin alt kollarıdır. Bu mezheplerin ortak görüşü bu mezheplerin dışındaki farklı islam öğretilerinin sapkın olarak nitelendirilmesidir. Mesela, sünniliğe göre bir Alevi veya Şii, eğer kendini bu dört mezhepten birine bağlı hissetmiyorsa kafir oluyor.

İlginç olan durum neden sünniliğin bu kadar sert bir tutum içinde olduğudur. Bu konu ile ilgili Abbasilere bir göz attığınızda bunun cevabını anlayabilirsiniz. Abbasilerde Halife El Memun döneminde mutezile devletin resmi öğretisi haline gelmiştir. Mutezile mezhebi, sünni mezhepler içinde sayılmayan, aklın önemini vurgulayan bir mezheptir. O dönemde Abbasiler mutezile öğretisi dışındaki diğer öğretilere inananlara zulüm uygulamıştır. Bunların arasında sünniliğe inananlarda vardır. Daha sonra ki dönemlerde ise, isyan çıkmış ve sünnilik devletin resmi mezhebi olarak kabul edilmiştir.

Olayı bu açıdan düşündüğünüzde sünniliğin egemen mezhep olmayı isyanla elde ettiği anlaşılmaktadır. Belli bir baskıyı gördükten sonra isyan edip başat dini öğreti olmayı başaran sünniliğin, dört mezhep(hanefi, şafi, hanbeli, maliki) dışındaki mezheplerin sapkın olduğunu söylemesinin ardında sanki siyasi ve duygusal ezilmişliğin oluşturduğu nedenler vardır.

İnsan düşünmeden edemiyor. Eğer Abbasi devleti isyanları bastırsaydı ve mutezile mezhebi sünnilik karşısında üstünlüğü devam ettirseydi, bugünün müslümanları sapkın mezhep dedikleri mutezile mezhebine mi inanacaktı yoksa çok bilinçli bir şekilde mutezilenin hak bir mezhep olmadığını mı söyleyeceklerdi?

Ezra ve Yahudiler  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kuranda adı geçen ve peygamberliği belirsiz olan Üzeyir konusunda tevbe suresi 30. ayet akıllarda soru işareti bırakıyor: "Yahudiler, "Üzeyr Allah’ın oğludur" dediler. Hırıstiyanlar ise, "İsa Mesih Allah’ın oğludur" dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkar etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!"

Kurandaki iddiaya göre yahudiler Üzeyir'e Allah'ın oğlu demişler ve hakkı inkar edip kafir olmuşlar. Çelişkinin nedeni yahudilerde Üzeyir'in bir peygamber olduğu düşünülmesine karşın onun Allah'ın oğlu olduğu kabul edilmez. Üstelik yahudi kaynaklarına göre de Üzeyir'i Allah'ın oğlu kabul eden hiç bir görüş çıkmamıştır. Oysaki kuranda açık açık yahudilerin Üzeyir'e Allah'ın oğlu dediği yazılıdır.

Durum böyleyken merak ediyor insan, Kuran'ın Allah'ı müslümanlarla dalga mı geçiyor diye. Bilinen hiç bir yahudi kaynağında Üzeyir(Ezra) Tanrı'nın oğlu gösterilmemişken, nasıl olurda kuranda böyle bir şey yazar. Üzeyir'e Tanrı denildiği ile ilgili hiç bir kanıt yokken bazı islam alimleri bu ayette kastedilen yahudilerin bütün yahudileri kapsamadığını azınlıkta bir yahudinin böyle düşünmüş olabileceğini iddia ediyorlar. Tabi bu iddianında bir kanıtı yok. Diyelimki Allah ayette bütün yahudileri kastetmemiş. O halde niye ayette sadece bir kısım yahudilerin öyle düşündüğü için hata yaptığını demiyorda genel olarak yahudiler diyor.

De ki:"Fatiha süresinde de ki yok!"  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Kuran meali okumuşsanız farketmişsinizdir. Bir çok yerde Allah'ın sözleri "de ki" ile tercüme edilmiştir. Mesela enam süresi 11. ayetinin meali şöyledir "De ki: "Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir gör" Türkçe düşünüldüğü zaman çok garip gibi görünen bu ayetler arapça grameriyle çok güzel, şiirsel bir intiba bırakıyor olabilir.

Anlatmak istediğim şey bu dekilerin nasıl göründüğü değil aslında. Kuranın birçok yerinde geçen bu "de ki"lerin fatiha süresinin mealinde olması gerektiği halde olmamasıdır. Gelin beraber okuyalım.

"1.Bismillahirrahmanirrahim" Burası normal. Her kuran suresinin başında geçiyor.

"2, 3, 4.Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, hesap ve ceza gününün (ahiret gününün) maliki Allah'a mahsustur." Bu sözün başında deki olsa daha iyi olurdu ama olmasada sorun değil.

"5.(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz." İyi okuyun ve biraz düşünün. Sizce kuranı yazdırdığı söylenen Allah hiç kendisine Allahım der mi? Şayet burada insanların Allahımla başlayan bir cümle demesi isteniyorsa nerde bu cümlenin "de ki"si.

"6, 7.Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil." Aynı tutarsızlık burada da görülüyor olmayan bir deki yüzünden sanki bu ayetle Allah başka bir Tanrı'ya dua ediyormuş gibi görünüyor.

Yorum sizin. İsterseniz benim hata yaptığımı kafir olduğumu, isterseniz bir kere şu var olan inancınızın niye var olduğunu düşünün.



Not:Meal, diyanet mealidir.

124bin peygamberle evrenselliği sağlayamamak  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

İslam inancına göre Allah her kavime bir peygamber göndermiştir. Bu konuda peygamber sayısının 124.000 olduğuda söylenmektedir. İlginçtir ki var olduğu söylenen bu 124 bin peygamberden sadece 25'inin ismi Kuran'da geçmektedir. Ayrıca 3 kişinin de peygamberliği konusunda ihtilaf vardır. Bunlar Üzeyir, Lokman ve Zülkarneyn'dir. Üzeyir hakkında Muhammed peygamber şöyle demiştir:"Bilmiyorum, Üzeyr peygamber midir, degil midir?"(1) Anlaşılan Hz. Muhammed'de ihtilaf ediyormuş(!)

Kuran'da adı geçen diğer peygamberlere baktığımızda ilginç bir durumla karşılaşıyoruz. Peygamber olduğu söylenen kişilerin hepsi aynı soydan geliyor. Hepsinin soyu İbrahim peygambere dayanıyor. Buradan yola çıkarak Kuran'da ismi geçen peygamberlerin hepsinin Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Evrensel olduğu söylenen kuran bu yönüyle çelişmektedir. Madem 124bin peygamber var neden bu peygamberlerden Çin'de Amerika'da yaşamış olanlardan da en azından bir ikisinin adı geçmez. Böyle bir durum olsaydı dünyadaki insanların İslam dinine inanması çok daha kolaylaşırdı. Çünkü bu şekilde halklar kendilerine gönderilipte bozdukları iddia edilen dinin peygamberinin kim olduğu ne yaptığı hakkında Kuran'da bilgi bulsalardı gerçekten etkileyici olabilirdi. Mesela Hazreti Henry, Hazreti Kawazaki, Cristopper aleyisselam...

Diğer bir konu ise evrensel olduğu söylenen Kuran'da geçen olaylar hep ortadoğu kültürünün izlerini taşır. Kuranda Amerika, Avustralya diye kıtalardan bahsedilmez. Kızılderelilerden, Çinlilerden, eskimolardan da bahsedilmez. Evrensellik denilince insanlar ne anlıyor bilmiyorum ama bir kitap evrensellik iddiasında bulunuyorsa hele birde o kitaba kutsallık atfediliyorsa o kitabı okuyan her insan kendisinden birşeyler bulmalı diye düşünüyorum. Kuran okuyan bir arapla, Amerika kıtasında yaşayan bir Arjantinli muhtemelen Kuran hakkında çok farklı yorum getireceklerdir. Arap kendi kültürünü, zihniyetini yansıtan Kuran'dan övgülerle bahsederken, Arjantinli bu kitabın deli saçması iddialarla dolu olduğunu düşünecektir. Olması muhtemel böyle bir durumun tek nedeni kuranın evrensel olmamasıdır. Arap kendi halkına gönderilen son peygamberle mutlu olurken, Arjantinli (hristyansa) İsa'ya inanmaya devam edecektir.






(1)kaynak:(Ali Nasif et-Tâc, III, 302).