Etyen Mahçupyan:Ezan  

Gönderen dinlereinanmamak@gmail.com

Eskiden radyolarda çok sık duyduğumuz anonslardan biri de ‘kan aranmaktadır’ diye başlar ve genellikle bir süre sonra da yüreğimizi rahatlatan ‘aranan kan bulunmuştur’ müjdesini duyardık. Özveriye alışmış bir toplum olarak aranan kanları sağlamakta pek sorun yaşamazdık sanırım. Ancak iş tasavvur ve algılama alanına girildiğinde toplumun kadim niteliklerine pek de güvenmemek gerek, çünkü bu epeyce hızlı değişen bir toplum. Örneğin dinin ve dindarlığın anlamı son yıllarda radikal bir biçimde dönüşmüş durumda. Türkiye’nin Müslümanları kendilerini dindar olarak görmeye devam etmelerine karşın, dindarlıktan ne anladıkları konusunda epeyce şaşırtıcı adımlar atmaktalar. Alttan gelen, kendiliğinden bir sekülerleşme açılımı içinde, dindarlığın da bireyselleştiğini ve ataerkil kalıpları zorladığını görüyoruz. Muhafazakâr kesimdeki kadın hareketi bu nedenle Türkiye’deki belki de en radikal dönüşümlerden birinin simgeliyor ve başörtüsü –dindarlığı taşımanın yanında- özgürlükçü bir itirazı da ifade ediyor.



Son dönemde yapılan birçok sosyolojik çalışma Türkiye’de dinî bir düzen kurma peşindeki şeriat yanlılarının yüzde üç civarında olduğunu göstermekte. Ne var ki bunlar da laik kesimin hayal ettiği kadar keskin çıkmıyor... Çünkü bu insanların hemen hepsi kendi kabuklarına çekilerek cemaatsel bir düzen içinde yaşamayı, dışarıdan müdahaleyi asgariye indirmek uğruna olabildiğince dışa açılmamayı tercih etmekteler. Dinin tebliği büyük kitlelere ulaşmayı değil, yavaş ama emin adımlarla genişleyen bir cemaat yapısını hedeflemekte. Doğal olarak söz konusu cemaatleşmenin getirdiği bir tahakküm düzeni, iç ilişkilerde geçerli bir siyasi nüfuz ve rant var... Ama ne denli zorlasanız da buradan ülke için tehlike arz eden bir şeriatçı dinamik üretemezsiniz. Çünkü bu ‘şeriatçılık’ kamusal alanı genişleten değil, daraltarak derinleştiren cinsten. Buradan ‘garip’ bir sofuluğu gündelik hayata sokan tarikatlar çıkabilir, ama siyaset çıkmaz. Kamusal alana hitap eden her siyasallaşma söz konusu tarikat yapısını hızla tuz buz edecektir... Ve bunun da nedeni laik kesimin ‘bilinçli’ duruşu değil, bizzat Müslüman kesimin heterojen yapısı olacaktır...



Kısacası Türkiye’de ne geçmişte ne de bugün siyasi bir şeriat talebinin olmamasının nedeni, muhafazakâr kesimin değişime açık olması ve dönemin dindarlık anlayışıyla tatmin olmayarak onu günün zihniyetine uygun olarak dünyevileştirmesidir. Batı dünyası Anadolu’daki bu ‘inanç rahatlığını’ anlamakta zorlanır... Nitekim ABD Dışişleri’nin yıllık ‘Uluslararası Dinî Özgürlükler’ raporunda devletin başörtüsü yasağı kınanırken, ‘devlet İslami aşırılıkların karşısında durmaya devam ediyor’ denilmekte imiş...



Acaba bu İslami aşırılıklar neler? Toplumsal kökleri nerede? Eğer Ramazan ayında çevreye baskı kuran insanlar veya içki satmayan esnaf kastediliyorsa, bunun yerel iktidar ilişkileri açısından işlevsel bir tepki olduğu ve muhtemelen dindarların çoğu tarafından da onaylanmadığını göz önünde tutmakta yarar var. Öte yandan ‘şeriat tehlikesinin’ daha keskin ve sert örneklere muhtaç olduğu da açık. Sözünü ettiğim rapor “ordu, yargı, bürokrasi ve diğer laik grupların, İslami köktendincilik olarak tanımladıkları durumu... ‘seküler devlete’ karşı bir tehdit olarak algıladığını” da belirtmiş. Dolayısıyla Müslümanların laik sistemi çökertecek birtakım eylem girişimleri olmalı...



Ancak sorun şu ki Türkiye’nin Müslümanları devletin istediği gibi davranmıyor... Devletin istediğinden daha sekülerler... Yeterince şeriatçı değiller... Bu nedenle de devlet ‘laik düzen’ adına süregiden bürokratik imtiyaz ve askerî vesayet sisteminin devamı için aktif olmak zorunda kalıyor. Radyolara ‘şeriat aranıyor’ ilanı verecek değil haliyle... Aranan şeriatı kendisi üretiyor. 28 Şubat’ta yapılan buydu. Terörün 12 Eylül darbesi ile aniden yok olması gibi, şeriatçılar da 28 Şubat sonrasında aniden yok olmuştu. Biz o Aczimendileri bir daha görmedik. Sonrasında ise şeriat gösterilerini düzenleyenin bizzat ‘devlet’ olduğu ortaya çıktı. Aynı olayın Ergenekon çerçevesi içinde de denenmeye çalışıldığını ise şimdi öğreniyoruz. Adı dinî olan, ama ‘özünde’ devletçi ve ırkçı birtakım örgütlerin ‘İslamiliğinin’ bahane edilerek şeriat tehlikesi üretmek istendiğini anlıyoruz.



Bu ülkede demokrasi ve laikliğin önündeki tehlike muhafazakârlardan değil, onları yeterince şeriatçı bulmayan laikçi hegemonyadan kaynaklanıyor. Vesayet arzusu o denli derin ki, gerektiğinde darbe yapmaktan, insan öldürmekten çekinmeyen bu kadroların aradıkları şeriatı da kolayca bulmalarına şaşırmıyoruz. Ama ‘eğitimli’ laik kesimin bir bölümünün bu kaba aldatmacaya inanmaya böylesine teşne olmasına ne diyeceğiz? Bilinçli aptallık dışında...



kaynak:http://taraf.com.tr/yazar.asp?id=9